.....

.....

İHTİMALLERE KARIŞTIN – Songül USLU

İHTİMALLERE KARIŞTIN – Songül USLU

İHTİMALLERE KARIŞTIN

Birkaç gündür kafamı kurcalıyorsun. Retrodandır, yağmurdandır deyip içimi rahatlatıyorum. Belki çokça yalnızlıktandır. Aslında hep yalnızdım ben; okulda, evde, bir araba dolusu insanın içinde. Korkarım hep yalnızlıktan, bu kadar yalnızken bile. Biz iki yalnız ses miydik seninle? O yüzden mi bu aralar yokluğun hep cebimde? Beş yıl oldu. Beş tane temmuz geçti; şubat, mart…

       Ben unutmadım. Keşke demekten hiç hoşlanmaz ya insanoğlu -bir de küçükken keşke demenin günah olduğu söylenmişti bana, varın keşkeden nasıl korktuğumu siz düşünün- ama bir kerelik keşke hakkımı kullanacağım, izninizle. Keşke bir şekilde karşılıklı otursaydık bu aralar. Sana anlatacağım o kadar çok şey var ki. Eminim sende de birikmiştir bir sürü anı.

       Hep doğumlar konuşuluyordu, her martın sonunda ölümü gözlerime işliyordum. Görmüyordun. Sen beni hiç görmezdin Huri. Varlığının alacalı görkeminde ezilirdi parmaklarım, ellerin dönüp adam yerine koymazdı ellerimi. 

       İnsan sadece bir kez otuz yaşına girer. Otuz oldum bugün. 

       Aynı masada oturmuştuk da sen o genç edebiyatçıyla ilgilenmiştin Huri. O çay boğazından ne güzel iniyordu öyle. Hiçbir kadın sigara içerken güzel olmaz ama sen bir başka oluyordun. Hiç ilgilenmiyordun benimle.

       Özenle taranmış ve pahalı bir şapka kondurulmuş o saçlara -o edebiyatçıya- ne çok şey söyledin. Oysa benim cümlelerim daha büyüktü herkesin cümlelerinden. Tamam kayda değer değildim. Uzun cümleler de kuramıyordum. Ruhuma sözlük işlemişlerdi de açılıp okunmuyordum. Üstelik zihnime vurulan cila her şeyi apaçık gösteriyordu. Ama kulakların Huri, kulakların neden beni hiç duyacak gibi değildi? Cennet akıyordu köşelerinden, arafta tuttuğum ruhum hep çarpıyordu. Ben uçmaya meyilliydim, sen uçmağlar düşletiyordun.  

       Sustum öylece. Boylu boyunca sustum. Susuşum kaldırımları utandırıyordu. İçimde yürüyordum. Mazgallara cebimdeki tüm sözcükleri düşürüyordum. Sözlüğüm gözlerindi, hiç değmiyordun. Açılıyordu koltukta bir kişilik yer, içimi sığdıramıyordum. İstikbal ile İstikrar arasına sıkışıp kalmıştım. İsmimin “İ”sinden başka harf kalmamıştı sözlüğümde. Sana inat, sana intihar, sana izdiham, sana ihtiras, sana ihtiyaç, sana İbrahimce gülümseyişler gösterecektim. Bakışların avizeye bile daha çok değiyordu. Işığımın bu kadar az olması “I” harfine geçemeyişimden, ışığı sadece senden aldığımdan. 

       Ruhuna öz güven çalmışlardı. Şuh kahkahalarına bütün salon dönüyordu. Şevkin bembeyaz dişlerinde parıldıyordu. Müsaade et içindeki şevki kırayım Huri. Müsaade et bu şamdanlar çok gereksiz. Bu mumlar, bu etrafında dönüp duran kalabalık, bu akış çok özensiz. 

       Sesin nisan gibi.

       Sana, siz demek ne kadar yoruyor. Üç harf omzuma yük. Benimle dalga geçin. Sürüler geçsin. Kuşlar geçsin. Trenler geçsin. Gözlerden ağlamaklar, dizlerden dermanlar geçsin. Hasretler geçsin. Günler geçsin. Geceler geçsin, benimle dalga geçin Huri. Yoksa o yumruyu ömrüm boyu unutamayacağım. Ben altı üstü bu şehir ışıklarında büyüttüm bu yüreği. Bana sarılmak isteyişini bir türlü kavrayamıyorum. Bir türlü konuşurken sesindeki şefkate tutunamıyorum. Şimdi karşında; ışıksız, tutamaksız, koca bir yumruyum. Geç beni Huri. Bulutlu bir yanılsama gibi geç üstümden yağmursuz. 

       Sesin güneş gibi.

       Sen böyle türküler söylemedikçe ya da söyledikçe çok büyüyorum. O masada şiir yazmadığına kırıldım en çok. Kırgınlık moda olmasa kırılmazdım inan. Ben anlamam bana hiç gülmedin Huri. Bana bir an olsun gülmedin. Parmakların ustaca tutuyordu sigarayı, dumanı nazlı nazlı üzerime siniyordu sadece. Huri, ben o içindeki şevki çok kırmak istedim. Karanlığı yarmak, sana bulanmak, gökyüzü diye seni solumak istedim.  

       Sesin ölüye zaafı olan toprak gibi.

       Bir üzümle ne kadar sevebilirim seni. Havva’nın Adem’e elma uzatışı gibi yasak bir meyve uzattın bana. Gülüşündeki keskinlik beyin hücrelerimi zımparalıyordu. Altı üstü bir üzümdü seni sevişim. Altı üstü bir üzüm. Belki güzel de balkon yıkardın. Belki hicran yüklü yazılar da yazardın. Bazen istediğin kadar dinsizleşirdin. Bilmiyorum. Huri, çok kaybettim, kaybettim süsü verip bulmak istiyorum seni. Annemin ekmek kokulu ellerine sığınıp seni de merhametinden nasiplen diye avuçlarına bırakmak istiyorum. Çocukluğumun sokaklarında salçalı ekmeği bölüşmek istiyorum. Otuz yaşındayım, otuz yerde yeniden karşılaşalım istiyorum. Huri, ben hiç kaybetmedim sesini. Aklımın labirentlerinde kaybolup kaybolup yine sana vardım hep. 

       Sesin ormanın bütün yırtıcılarını toplamış gibi.

       Zaman yolculuğundaki o trenden on sekiz yaşımızda inseydik çok şey anlatacaktım sana. Bu gezegenin beni neden kabul etmediğini, okuma yazmayı geç yaşımda öğrendiğimi, gençliğimi. Uykusuz bir ceylansın sen Huri. Vurulacaksın. Dünyevi konuşmalarını bitiş çizgisine yaklaştırıyorsun. Böylece bütün takdirler peşin sıra geliyor. Bütün sermayem senden ibaret, hiçbir eksiğim yok.

       Sesin eter gibi, bayılacağım.

       Yaşın otuz beş. Dante gibi ortasındasın ömrün. Çok sevilme yaşındasın. Bunu diri tutmaya çalışıyorum. Bir inşaat mühendisi özel bir mabet verebilir ancak sana. Oysa bir edebiyatçı? Belki de ilk kez yanlışlıkla düşürdüğün kalbini birine emanet edeceğine inanıyorsun. Bu gece bütün dilenciler zengin, bütün teologlar akıllı Huri. Kimse beni dinlemedi üstelik bir kişi hariç. Sorsaydın beni nasıl sevdin diye. Çok güzel üzüm seçiyordun, diyecektim.

       Gülüşüne takılı kalan düşüncelerim yere düştü. Garson koşup geldi, dönüp ona bile gülümsedin, hor gördüğün yüreğime bir çalım daha yedim. Bana gülmedin Huri. Bizim mahallede senin gülüşüne ihtilal, derlerdi. Sen gülerdin, her sabah düştüğüm ekmek kavgası için elimde ve yüreğimde güç bulurdum. Sen gülerdin; bütün yaralarımla, tamamlanmamış intiharlarımla gülüşünü işlerdim şehrin izbe yerlerine. 

       Bu ölümün bana ait olmadığını bile bile teslim olurdum adının geçmediği bir ölüme.Doğumhanenin kapısında bekleyen baba telaşıyla beklerdim ekmek almaya çıkmanı. Arka sokağın yaralı kaldırımlarını siper ederek saçlarının gölgesine mevzilenirdim. Gülüşünü görmek için yatardım pusuya, her an ihtilal başlatman ihtimaliyle tetikteydim. Bizim mahallede ihtilal derlerdi çok eskiden şimdi ihtimallere karıştın birden. 

       Bana ne zaman gülümseyeceksin Huri?