.....

.....

Milli Marşımız Üzerine (2. Yazı) – Kamil Şahverdi

Milli Marşımız Üzerine (2. Yazı) – Kamil Şahverdi

Milli Marşımız Üzerine (2. Yazı)

Azerbaycan Cumhuriyeti, 20. yüzyılda ikinci kez bağımsızlığını ilan etti.

30 Ağustos 1991’de Yüksek Sovyet’in olağanüstü oturumunda yapılan yoğun tartışmalardan sonra “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi hakkında” Bildiri kabul edildi. Bildiride, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 1918–1920 yılları arasında hüküm süren Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin halefi olduğu belirtilmişti.

Yüksek Sovyet’in “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi hakkında” Bildirisi, kısa sürede gerçekleşecek tarihî bir olayın — bağımsızlığımızın — kanıtıydı. Artık kimsenin Azerbaycan’ın bağımsızlığına kavuşacağına dair bir şüphesi kalmamıştı. Bağımsızlık Bildirisi’nde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin devamı olduğu yönündeki madde, çoğunlukta, devletin sembollerinin kabulünde de bu sürekliliğe riayet edileceği yönünde bir güven oluşturmuştu.

Artık üç renkli bayrağımız her yerde gururla dalgalanıyordu. Ancak Yüksek Sovyet’in komisyonu, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADR) devlet marşının onaylandığına dair herhangi bir belgenin bulunmaması nedeniyle “Azerbaycan Marşı” hakkında oybirliğine varamıyordu. Bu yüzden Azerbaycan Sovyet marşı için en uygun metnin seçilmesi yönündeki tartışmalar devam ediyordu. Neredeyse her hafta, bazen haftada iki ya da üç kez komisyon üyeleri toplanarak bestecilerle, şairlerle, hatta ressamlarla görüşmeler yapıyordu.

Çünkü Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Başkanlık Kurulu, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Marşının en iyi metni ve Devlet Armasının en iyi taslağı” için bir komisyon kurmuştu. Komisyonun başkanı Fazıl Muradaliyev, Üzeyir Hacıbeyli’nin “Azerbaycan Marşı”nın devlet marşı olarak kabul edilmesinden yanaydı. Bu düşüncesini hem komisyon toplantılarında hem de özel görüşmelerde defalarca dile getirmişti. Ancak komisyon, esasen Azerbaycan Sovyet Marşı’na en uygun metni seçmek amacıyla kurulduğundan, birçok prosedür engeli ortaya çıkmıştı. Fazıl Muradaliyev, komisyonun işleyişinde değişiklik yapılması için defalarca Yüksek Sovyet yönetimine başvurmuş, ancak bu girişimlerden hiçbir sonuç alınamamıştı.

30 Ağustos 1991 tarihli Yüksek Sovyet Bildirisi’nden sonra ülkede siyasi ve toplumsal durum son derece gergindi. Ülkenin kaderini düşünen herkes kuzeyden gelen baskıların giderek artmakta olduğunu çok iyi biliyordu. Her an provokasyonlar yaşanabilirdi. Karabağ’da sinsi planlar devreye sokuluyor, Azerbaycan’ın bağımsızlığa giden yoluna engel koymak için yoğun çabalar gösteriliyordu. Kuzey komşumuz, Bakü’de ve bölgelerde kendi taraftarlarını harekete geçirmek için adımlar atıyordu.

İktidarda bulunanların çoğu, mevki ve görevlerini kaybetmemek adına bağımsızlığın kazanılmasına ciddi biçimde direniyordu. Siyasi gerginliği, tamamen çökmüş olan ekonomik durum daha da artırıyordu. Ekonomik ilişkiler bütünüyle dağılmış, yok olmuştu. Fabrikalar, sanayi tesisleri, büyük işletmeler faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştı. İnsanlar işlerini kaybediyordu.

Ancak bütün bu zorluklara rağmen Azerbaycan halkı, bağımsızlığa kavuşmak gibi kutsal bir arzusunun gerçekleşeceği günü sabırsızlıkla bekliyor ve bu uğurda her türlü zorluğa göğüs germeye hazır bulunuyordu. Herkes, o tarihî günün artık çok yakın olduğunu yürekten hissediyordu.

8 Ekim 1991’de Yüksek Sovyet, olağanüstü oturum çalışmalarına başladı. Dört gün boyunca yoğun tartışmalar yürütüldü. Sonunda, Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 30 Ağustos 1991 tarihli “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Bağımsızlığının Yeniden Tesisi Hakkında” Bildirisi esas alınarak, 18 Ekim 1991 tarihinde “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Bağımsızlığı Hakkında” Anayasası kabul edildi.

Anayasa, Yüksek Sovyet’in 360 milletvekilinden 231’inin oyuyla kabul edildi. Kalan milletvekilleri ya bu tarihî oturuma katılmadı ya da bağımsızlığımızın aleyhine oy kullandı.

Kabul edilen Anayasa’nın 2. maddesinde şöyle yazıyordu:
“Azerbaycan Cumhuriyeti, 28 Mayıs 1918’den 28 Nisan 1920’ye kadar var olmuş Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin halefidir.”

Böylece Azerbaycan halkı, 20. yüzyılda ikinci kez bağımsızlığını kazanmış oldu. Vatandaşlar, bu olayı büyük bir gurur, sevinç ve coşku içinde birbirlerini tebrik ederek kutladılar. Bu tarihî anın mutluluğunu yaşamak, gerçekten de herkesin hayatının en onurlu günlerden birisi olarak hafızalara kazındı.

29 Aralık 1991’de yapılan halk referandumunda, halkın %95’i oy kullanarak ülkenin bağımsızlığına, egemenliğine ve özgürlüğüne “evet” dedi.

Millî Şura’nın kurulması bir zorunluluktu

Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra Rusya, artık düşmanca tavrını gizlemeden ülkemize karşı açık siyasi ve ekonomik baskılarını artırmaya başladı. Karabağ’da Ermeni ayrılıkçılarına her türlü desteği sağlayarak topraklarımızın işgali planını hayata geçiriyordu. Ekonomik kriz yaratarak ülkeyi kaosa sürüklüyordu.

Böylesine gergin bir ortamda, yasama organında önemli yasaların kabulünü hızlandırmak amacıyla, iktidar ve muhalefet güçleri Millî Şura’nın kurulması konusunda uzlaşmaya vardılar. Bunun üzerine Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin Millî Şurası hakkında bir Anayasa kabul edildi. Bu yasa, dönemin Cumhurbaşkanı Ayaz Mütəllibov’un imzasıyla 30 Ekim 1991 tarihinde yürürlüğe girdi.

26 Kasım 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti, “Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Millî Şurasının Oluşturulması Hakkında”karar aldı. Bu kararı, Yüksek Sovyet Başkan Yardımcısı Ziyad Semedzadeimzaladı.

1. Dönem Azerbaycan Yüksek Sovyeti’nin 360 halk milletvekilinden 50’si eşit temsile dayalı olarak Yüksek Sovyet’in Millî Şurası üyeliğine seçildi. Bu 50 milletvekilinden 25’i iktidar temsilcilerinden oluşan “Komünist Bloku”nun (Komblok)25’i ise “Bağımsız Azerbaycan” Demokratik Bloku’nun (Demblok) temsilcileriydi.

Komblok”tan olan milletvekilleri:

1. Afiyyeddin Celiloğlu Celilov

2. Arif Gafaroğlu Rehimzade

3. Elmira Mikayılkızı Gafarova

4. Ferruh Memmednebioğlu Zeynalov

5. Hicran Vasifoğlu Kerimli

6. İnqilab Adiloğlu Nadirov

7. İsmayıl Kahramanoğlu Şıhlı

8. Kamran Habiboğlu Rehimov

9. Mürvet Nurelioğlu Aliyev

10. Nadir Hudaverdioğlu Mehdiyev

11. Rauf Abdülalioğlu İsmayılov

12. Selvər Rızaoğlu Aslanov

13. Sultan İsrafiloğlu Memmedov

14. Şaitdin Serdaroğlu Aliyev

15. Şirin Kasımoğlu Hacıkerimov

16. Tapdık Celaloğlu Kamalov

17. Telman Ferzelioğlu Aliyev

18. Tofiq Müseyiboğlu Azizov

19. Tofiq Kasımoğlu Köçerli

20. Tofiq Tağıoğlu Kasımov

21. Vahid Kazımemmedoğlu Ahmedov

22. Vladimir Vasilioğlu Timoşenko

23. Hanlar Elişoğlu Memmedov

24. Heyrulla Salmanoğlu Aliyev

25. Ziyad Eliabbasoğlu Semedzade

Demblok”tan olan milletvekilleri:

1. Arif Mustafaoğlu Hacıyev

2. Behtiyar Mahmudoğlu Vahabzade

3. Cümşüd Qurbanoğlu Nuriyev

4. Etibar Selidaroğlu Memmedov

5. Edalet Vilayetoğlu Rehimov

6. Firudin Ağasıoğlu Celilov

7. Füzuli Memmedoğlu Ahundov

8. Hacıbaba Sadıkoğlu Ezimov

9. İbrahim Meşedihilaloğlu İbrahimov

10. İsa Yunisoğlu Gamberov

11. İxtiyar Elibabaoğlu Şirinov

12. Meryem Damedkızı Hasanova

13. Metleb Azizullaoğlu Mütellimov

14. Mirmahmud Mirelioğlu Fettayev

15. Mürşüd Esedoğlu Memmedov

16. Necef Adiloğlu Necefov

17. Ramiz Memmedelioğlu Feteliyev

18. Rehim Hasenoğlu Gazıyev

19. Sabir Xuduoğlu Rüstemhanlı

20. Sülheddin Bayramoğlu Ekberov

21. Şadman Behluloğlu Hüseyinov

22. Tahir Yunisoğlu Aliyev

23. Tamerlan Yelmaroğlu Garayev

24. Tofiq Mesimoğlu Kasımov

25. Yusuf Semedoğlu Vekilov

Milli Şura Yeni Bir Komisyon Kurdu

Milli Şura, 29 Kasım 1991 tarihinde yaptığı ilk oturumla faaliyetlerine başladı. Sonraki toplantılarda, daha doğrusu 6 Aralık 1991’de, Milli Şura’nın daimî komisyonları oluşturuldu; bunlar arasında Eğitim, Bilim, Kültür ve Din İşleri Komisyonu da vardı. Bu komisyonun başkanlığına Firudin Celilovseçildi.

Yeni kurulan komisyon, bağımsızlığını ilan etmiş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet sembollerinden — marş ve arma (üç renkli bayrağımız 5 Şubat 1991’de resmen Devlet Bayrağı olarak kabul edilmişti) — onaylanması için yürütülen müzakereleri tamamlamayı ve komisyon kararını parlamentoda oylamaya sunmayı öncelikli görev olarak belirlemişti.

Bir süreliğine ertelenmiş olan marş konusu yeniden gündeme geldi. Yeni komisyon ilk olarak, 28 Mart 1991 tarihinde Yüksek Sovyet Başkanlık Kurulu kararıyla oluşturulmuş “Devlet Marşı için En İyi Söz” ve “Devlet Arması için En İyi Eskiz” komisyonunun yaptığı çalışmaları ve ulaştığı sonuçları yakından inceledi. O dönemde söz konusu komisyonun başkanı olan Fazil Muradeliyev, yeni oluşturulan komisyona yapılan çalışmalar hakkında kapsamlı bilgi verdi.

Besteciler, şairler ve ressamlarla görüşmeler ve tartışmalar yapılması için tarihler belirlendi. Komisyon, 28 Mayıs 1992 tarihine kadar çalışmalarını tamamlamayı ve devlet sembollerinin oylamaya sunularak kabul edilmesini sağlamayı planlıyordu.

“Köroğlu” Operasının Uvertürü Marş Olabilirdi

Bu dönemde, Halk Cephesi’nin başkanı Ebulfez Elçibey’in, Üzeyir Hacıbeyli’nin “Köroğlu” operasının uvertürünün devlet marşı olarak kabul edilmesini teklif etmeyi düşündüğü öğrenildi. Bilindiği üzere, o dönemde Halk Cephesi her meseleye müdahil olma, karar ve yasaların kabulüne etki etme gücüne sahipti. Elçibey böyle bir öneri sunarsa, bunun hayata geçmesi hiç de zor olmayacaktı.

Ben de Ebulfez Elçibey’le görüşmeye karar verdim. Çünkü gerçekten böyle bir öneri gündeme gelecek olursa, bizim yıllardır sürdürdüğümüz tüm çalışmalar, verdiğimiz mücadele boşa gitmiş olacaktı. Halk Cephesi’nin karargâhı o yıllarda bugünkü Neriman Nerimanov Caddesi’nde (eski Sovyet Sokağı), “Mektebekaber Pedagoji Teknikumu”nda bulunuyordu. Oraya gittim ve Ebulfez Bey’le görüşmeyi başardım.

Kendisiyle biz zaten meydan hareketlerinden beri tanışıyorduk. Sonraki yıllarda da zaman zaman görüşmüştük. Ebulfez Bey’e marş meselesiyle ilgili geldiğimi söyledim. Görüşmemiz bir saatten fazla sürdü. Marşla ilgili yapılan tüm çalışmalar hakkında bilgi verdim. Çok zorlu süreçlerden geçtiğimizi, 70 yıllık Sovyet iktidarının unutturmaya çalıştığı “Azerbaycan Marşı”nın bugün her Azerbaycanlının gönülden bir coşkuyla, gurur ve onurla  söylediği bir eser hâline geldiğini anlattım.

Ünlü besteci Aydın K. Azim’in marş konusundaki görüşlerini aktardım. Ebulfez Bey beni dikkatle dinliyordu. Söylediklerimin hepsini “tabii, tabii” diyerek onayladı ve düşüncelerime tamamen katıldığını ifade etti. Ancak şöyle söyledi:

Ebulfez Elçibey:

‘Köroğlu’ operasının uvertürü, halkımızın özgürlük ve bağımsızlık uğruna yürüttüğü mücadelenin simgesidir. Biz bu yola o uvertürün ezgileriyle çıktık. Üzeyir Bey’in uvertürü halkımızı özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine ruhen hazırladı; Allah’a şükür ki, bu yolda başarıya ulaştık. Fakat önümüzde bundan da büyük ve zor görevler var. Biz kâğıt üzerinde özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kazandık; şimdi bunu yaşamımıza da geçirmek, hayata geçirmek gerekiyor. Bu, uzun ve çetin bir yoldur. Asıl mücadele daha yeni başlıyor. ‘Köroğlu’ uvertürünün misyonu henüz tamamlanmamıştır. Bu nedenle onun marş olarak kabul edilmesinin doğru olacağını düşünüyorum. Bu benim kişisel görüşümdür.

(Ebulfez Bey bu sözünü birkaç kez özellikle vurguladı. — K.Ş.)

Biliyorum, Milli Şura’da marş konusunu görüşen bir komisyon var. Daha önce Yüksek Sovyet’te de bir komisyon kurulmuş, orada da tartışmalar yapılmıştı. Bazı besteciler ve şairler yeni bir marş yazmak istiyorlar; bunların hepsinden haberim var. Ben de kendi önerimi sunmak istiyorum, bırakalım tartışılsın.

Ben ise uvertürün marş olarak uygun olmadığını gerekçeleriyle anlatmaya çalıştım. “Köroğlu” operasının uvertürünün sadece özgürlük ve bağımsızlık mücadelemizin simgesi değil, aynı zamanda 1930’lu yılların sonlarından bugüne kadar milletimizin varlığını en zor, en karanlık, en korkunç dönemlerde koruyabilmesinde benzersiz bir rol oynadığını vurguladım.

Hem Güney Azerbaycan’da hem Kuzey’de Üzeyir Bey’in uvertürünün halkın kimliğini ve varlığını koruma yönündeki hizmetlerinden söz ettim. Tüm bunlardan dolayı, bu uvertürün halkımız için çok daha büyük, çok daha yüce bir anlam taşıdığını ifade ettim.

Ebulfez Bey düşüncelerimi büyük bir dikkatle dinliyordu. Hatta, uvertür hakkında görüşlerimi kaleme almamı önerdi. Bununla birlikte, uvertürün marş olarak tartışmalara sunulması fikrinde ısrarcıydı. Hem bu ısrarı hem de konuşmamızın uzaması beni endişelendiriyordu. Oldukça heyecanlıydım. Görüşmemizin sonuçsuz kalacağından korkuyordum.

Odanın kapısı sık sık açılıyordu. Kapıda kimin olduğunu görmesem de, Ebulfez Bey’in “biraz bekleyin” anlamındaki el işaretini açıkça fark ediyordum. Her defasında kapı açıldıkça heyecanım daha da artıyordu; içeri biri acil bir mesele için girer ve konuşmamız yarıda kalır diye kaygılanıyordum.

Bu yüzden son bir argüman olarak şunları söyledim:
Ünlü bestecimiz Aydın K. Azim ısrarla“Azerbaycan Marşı”nın biçimi, yapısı, özü ve duygusal yoğunluğu bakımından gerçek bir marş olduğunu belirtiyor. Üzeyir Bey bu eseri, marş türünün tüm özelliklerini dikkate alarak bestelemiştir. “Azerbaycan Marşı” marş standartlarına bütünüyle uygundur.

Ayrıca şunu da ekledim: “Bağımsızlık Hakkında Anayasada” açıkça belirtilmiştir ki, Azerbaycan Cumhuriyeti, 1918–1920 yılları arasında varlık göstermiş olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin devamıdır. Bayrağımız onaylandıysa, marşımız da onaylanmalıdır.”

Ebulfez Bey ise sözlerimi şöyle cevapladı:
“Bayrağımız Cumhuriyet döneminde resmen kabul edildiği için onaylanmasında bir sorun çıkmadı. Ancak marşın onayına dair hiçbir belge mevcut değil.”

Görüşmemiz uzadıkça benim heyecanım da artıyordu. Tam o sırada, hiç beklemediğim bir şekilde Ebulfez Bey konuştu:

“Ben Aydın Bey’in (Aydın K. Azim – K.Ş.) görüşlerine büyük saygı duyuyorum. O, hem seçkin bir besteci hem de büyük bir bilim insanıdır. Düşünceleri son derece kıymetlidir. Eğer o ısrar ediyorsa, demek ki haklıdır.
Ancak şunu da göz önünde bulundurmanız gerekir: Azerbaycan Sovyet marşının korunmasını isteyen güçlü çevreler var. ‘Azerbaycan Marşı’nı onaylatmak kolay olmayacak.
Her ne kadar Azerbaycan Sovyet marşı Üzeyir Bey’in güzel eserlerinden biri olsa da, ideolojik açıdan onu marş olarak kabul etmek doğru değildir.
Ben, Sovyet marşının kabul edilmemesi için uvertürü önermeye karar verdim.
Çünkü i iktidardakilerin Sovyet marşını korumak için nasıl çabaladıklarını çok iyi biliyorum. Eminim, biz uvertürü teklif edersek, ona karşı çıkmazlar.
Bugün senden Aydın Bey’in gerekçelerini dinleyince, onun haklı olduğuna iyice inandım. Milli Şuranın da bu konuyu iyice değerlendireceğini düşünüyorum.”

Bu sözleri duyunca sevinçle hemen ayağa kalktım, Ebulfez Bey’le vedalaşıp odadan çıktım. Odanın önünde oldukça kalabalık bir grup bekliyordu. Hiç kimseye bakmadan hızla binadan ayrıldım. Bir telefon kulübesi bulup Aydın Hocayı aradım. Şehirde buluşup Ebulfez Bey’le yaptığımız konuşmanın tüm detaylarını ona anlattım.

O gün sanki omuzlarımdan ağır bir yük kalkmış gibiydi. Derin bir sevinç ve huzur içindeydim.

“Azerbaycan Marşı” Yeni Bir Sınavla Karşı Karşıya

Bu dönemde artık komisyonun çalışmalarında da bir netlik oluşmuştu. Üyelerin çoğu, “Azerbaycan Marşı”nın devlet marşı olarak oylanıp onaylanmasından yanaydı. Sovyet marşının taraftarları komisyon içinde neredeyse yoktu. Buna karşın, Milli Şura’daki “Komblok” grubu ile Yüksek Sovyet’in bazı milletvekilleri Sovyet marşının kabul edileceğine emindiler. Milli Şura’ya seçilemeyen milletvekillerinin yetkileri korunmuştu; bu nedenle istedikleri konunun görüşmelerine danışman sıfatıyla katılabiliyorlardı. Hem bu durum hem de iktidardaki bağlantılarına güvenmeleri, “Komblok” içinde böyle bir eminlik havası yaratmıştı.

Komisyonun bir sonraki toplantısında Firudin Celilov, önceki komisyonun “Azerbaycan Marşı”nı devlet marşı olarak oylamaya sunmak üzere oluşturduğu sanatçılardan meydana gelen çalışma grubunun hazırladığı metni uygun bulduğunu açıkladı ve oylamaya sunulmasını teklif etti. Çalışma grubunda Azerbaycan Besteciler Birliği İdare Heyeti Birinci Sekreteri Tofik Guliyev, ünlü besteci Cövdət Hacıyev, “Azerbaycan Marşı”nın yeniden düzenleyicisi Aydın K. Azim, şairler Vagif Samedoğlu ve VagifCebrayılzade (Bayatlı) yer alıyordu. Böylece yeni komisyon da önceki komisyonun teklifini desteklediğini ilan etti. Her iki komisyonun kararı aynıydı.

Çalışma grubu üyeleri birkaç ay öncesinden defalarca bir araya gelmiş, ortaya çıkan tüm soruları çözümlemişti. Doğrusu, Tofik Guliyev ve CövdətHacıyev toplantılara katılmamıştı; çünkü Tofik Guliyev’in kendi yorumu vardı, Cövdət Hacıyev ise sağlık sorunları nedeniyle tartışmalarda bulunamamıştı. Besteci Aydın K. Azim ile şairler Vagif Samedoğlu ve VagifCebrayılzade birkaç kez buluşarak görüş alışverişinde bulunmuşlardı. Sonunda, o dönem Basın ve Enformasyon Bakanı Birinci Yardımcısı Neriman Hasan-zade’nin katılımıyla onun odasında “Azerbaycan Marşı”nınson hâli onaylandı. Bu toplantıda metinde iki küçük ama çok önemli değişiklik yapıldı.

İlk değişiklik daha önce anlatılmıştı:
“Sənə hər dəm can qurban” dizesi, “Sənə hər an can qurban” biçiminde düzenlendi. “Dəm” kelimesi “an” ile değiştirildi; çünkü icra sırasında “hər dəm”, “hərdən” (arada bir) gibi duyulabilirdi.
İkinci değişiklik ise, “Sənə bir çox məhəbbət” dizesinin “Sənə min bir məhəbbət” biçiminde yazılması oldu. Burada “bir çox” sözleri “min bir” ile değiştirildi.

Milli Şura’nın Eğitim, Bilim, Kültür ve Din İşleri Komisyonu’nun son önerisi Besteciler Birliği’nde oy birliğiyle karşılanmadı. Şairler arasında da bu öneriye karşı çıkanlar vardı; çünkü hem şairler hem de besteciler arasında, marş yarışmasına kendi eserleriyle katılmak isteyen pek çok kişi bulunuyordu.

Komisyon çalışmalarında önemli konulardan biri de “Azerbaycan Marşı”nınsözlerinin kime ait olduğunu belirlemekti. Bu hassas mesele sık sık gündeme getiriliyor, metnin Ahmet Cevat’a ait olduğuna dair belgelerin ortaya konması isteniyordu. Çoğunluk sözlerin Ahmet Cevat’a ait olduğundan emin olsa da, bunu kanıtlayacak bir belge bulunamıyordu. Arşivlerden, Elyazmaları Fonu’ndan, Bilimler Akademisi Edebiyat Enstitüsü’nden de doğrulayıcı bir belge elde edilememişti. “Azerbaycan Marşı”nın ilk kez 1965 yılında Türkiye’de yayımlanmış olması, 70 yıl boyunca göçmenlik yaşamına mahkûm edilmiş değerli aydınlarımızın eseri geleceğe taşıma gayretiyle korunmuştu. Bu nedenle Azerbaycan Kültür Derneği ile bağlantı kuruldu. Komisyon Başkanı Firudin Celilov onlarla düzenli olarak istişarelerde bulunuyordu.

Metnin Ahmet Cevat’la ilişkisinin nereden kaynaklandığı konusuna yazının bir sonraki bölümünde geniş biçimde değineceğim. Şimdilik Bakü’deki mücadele sürecinin ayrıntılarına bakalım.

“Azerbaycan Marşı” Çocukların da Kalbini Kazandı

Biz, “Azerbaycan Marşı”nın devlet marşı olarak onaylanmasını arzulayan bir grup genç, ortaokullarda ve kreşlerde küçük bir deney yapmaya karar verdik. Müzik derslerine giren tanıdık öğretmenlerimizden, çocuklara hem Sovyet Azerbaycan marşını hem de “Azerbaycan Marşı”nı birkaç kez dinletmelerini rica ettik. Sonra çocukların hangisini nasıl algıladıklarını ve tepkilerini bize bildirmelerini istedik. Yaklaşık 10 okul ve aynı sayıda anaokulunda tanıdığımız öğretmenler bu sürece katıldı.

Birkaç gün sonra tüm öğretmenler bizi şaşkına çeviren haberlerle döndüler. İnanılmazdı: Hepsi bir ağızdan şöyle söylediler: birkaç kez dinledikten sonra çocuklar “Azerbaycan Marşı”nı ezbere, büyük bir sevgiyle söylüyorlardı. Bu olağanüstü bir durumdu. Yalnızca iki-üç dinlemeden sonra çocukların hem sözleri hem müziği ezberlemeleri bizi hayrete düşürmüştü. Üzeyir Bey’in “Azerbaycan Marşı”, küçükten büyüğe bütün milletin kanına işlemişti. Bu eser, ana ninnisi kadar sıcak, kutsal ve içtendi herkes için.

O dönemde bu deneyi Yüksek Sovyet’te çalışan Gülnare Kurbanova’ya(Şıhali Kurbanov’un kızı) anlatmıştım. O da bu duruma çok şaşırmıştı. Birkaç gün sonra, Devlet Televizyon ve Radyo Yayınları Kurumu’nun avlusunda Gülnare Hanım’la karşılaştım. O sıralar ben de AzTV’de çalışıyordum. Gülnare Hanım, “Yarın başkanın odasında komisyon üyeleriyle edebiyatçılar ve şairler bir araya gelecek, mutlaka sen de katıl” dedi.

Ertesi gün öğle saatlerinde, o dönemde Devlet Televizyon ve Radyo Şirketi Başkanı olarak atanmış Elşad Guliyev’in odasında toplandık. Komisyon üyelerinin yanı sıra, toplantıya Bekir Nebiyev, Cabir Novruz, Aslan Aslanov, Kasım Kasımzade, Fikret Koca, Neriman Hasan-zade, Yaşar Garayev, VagifCebrayılzade (Bayatlı) de katılmıştı. Yakında marş olarak önerilen dört eserin kamuya açık biçimde dinletileceği duyuruldu.
Tofik Guliyev Sovyet marşını, Vasif Adıgözəlov “Köroğlu” operasından “And” korosunu, Musa Mirzeyev “Ey Vətən” korosunu, Aydın Azimov (Aydın K. Azim) ise “Azerbaycan Marşı”nı sunacaktı.

Edebiyatçılar, Sovyet marşının hangi sözlerle icra edileceğini merak ettiler. Komisyon üyeleri, henüz uygun bir metin seçilmediğini söylediler. Bunun üzerine tartışma çıktı: Metin seçilmediyse, neden kamu dinletisine çıkarılıyordu? Komisyon, çalışmaları tamamlamanın gerektiğini defalarca vurgulasa da edebiyatçılar bunun doğru olmadığını belirttiler. Gerginlik giderek arttı. Vagif Cebrayılzade sinirli biçimde:

“Biz niye kendimizi bu kadar zorluyoruz? Kime ne kanıtlamaya çalışıyoruz? Üzeyir Hacıbeyli, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin marşını yazmış, bize miras bırakmış. Vagif Samedoğlu ve besteci Aydın Azimov’la birlikte ‘Azerbaycan Marşı’ üzerinde titizlikle çalıştık. Marşımız hazır. Oylayın, kabul edin, bu iş bitsin artık. Her defasında aynı tartışmaları yapıp dağılıyoruz. Buna artık sabır kalmadı. Bir adım bile ilerleyemiyoruz. Bizi durduran nedir?” dedi. 

Vagif Cebrayılzade’nin öfkeli konuşmasından sonra söz alan edebiyatçı Yaşar Garayev, “Azerbaycan Marşı”nın sözlerinin Ahmet Cevat’a ait olduğunu doğrulayan resmi bir belge bulunmadığını söyledi. “Marşı kabul ediyoruz, ama söz yazarının kim olduğunu hâlâ tespit edemedik. Ne bir elyazması, ne de kanıt niteliğinde bir belge var. Metin üslup olarak Ahmet Cevat’a çok benziyor, ama henüz Türkiye’den de net bir bilgi gelmedi,” dedi.
Bekir Nebiyev de bu görüşü destekledi. Bunun üzerine Vagif Cebrayılzade, “Bu metnin Ahmet Cevat’a ait olduğuna asla şüphe yok. Onun dili, onun üslubu,” diye karşılık verdi.
Komisyon başkanı Firudin Celilov, “Biz de Türkiye’deki dostlarla iletişim hâlindeyiz, onlar da bu işle ilgileniyorlar. Yakında konuya açıklık getirileceğine inanıyoruz,” dedi.

Gülnare Kurbanova ise “Gençlerimiz çok anlamlı bir çalışma yapmışlar. İzninizle, Kamil Şahverdiyev’e söz verelim,” dedi.
Ben de okullarda ve kreşlerde yaptığımız deney hakkında ayrıntılı bilgi verdim. Herkes beni dikkatle dinliyordu.
Aslan Aslanov söz alarak, “Gençlerimizin bu çabasına saygı duymalıyız; onlar bu ülkenin geleceğidir,” dedi.
Kasım Kasımzade de bizi desteklediğini belirterek komisyon üyelerinden bu durumu göz önünde bulundurmalarını rica etti.
Vagif Cebrayılzade, “Halkımız, gençlerimiz ‘Azerbaycan Marşı’nı zaten gönlünde marş olarak kabul etti. Artık sadece resmileştirmek kaldı,” dedi.

Toplantı olumlu bir atmosferde sona erdi.
Aslan Aslanov koluma girip birlikte dışarı çıktık. “Ne güzel bir iş yapmışsınız,” dedi, “sizinle gurur duydum.”

Birkaç gün sonra 25 Mayıs 1992’de, Müslüm Magomayev adına Azerbaycan Devlet Filarmoni Salonu’nda marş olarak önerilen eserlerin kamu dinletisinin yapılacağı duyuruldu.
Besteciler notaları orkestraya teslim etti, Üzeyir Hacıbeyli adına Azerbaycan Devlet Senfoni Orkestrası provalara başladı.

Kamu dinletisine iki haftadan az kalmıştı. Bir gün Aydın K. Azim bana, “Dün Cövdət Hacıyev’le konuştum, bugün evine davet etti; partisyonu görmek istiyor,” dedi.
Belirtmeliyim ki, Ramiz Mustafayev’den sonra Cövdət Hacıyev, “Azerbaycan Marşı”nın devlet marşı olarak kabul edilmesini destekleyen tek besteciydi. Onun otoritesi, bilgeliği ve sanatsal itibarı çok büyüktü.

Devlet Televizyonu’nun Stüdyo binasında yapılan bir toplantıda, neredeyse bütün besteciler “Azerbaycan Marşı”na karşı çıkmıştı.
Ramiz Mustafayev dışında herkes, marşın bu amaç için uygun olmadığını söylemişti. O sırada sessizce oturup herkesi dinleyen Cövdət Hacıyev, sesini yükseltmeden, sakin bir tonda konuşmaya başladı:

“Marş için önerilen tüm eserler, tek tek çok değerlidir. Her biri marş olmaya layıktır. Çünkü hepsi büyük ustamız Üzeyir Bey’in eserleridir. Bizim mutluluğumuz, onun gibi bir dahinin öğrencileri olmamızdır. Şimdi önümüzde çok büyük bir tarihî sorumluluk var — devletin marşını seçeceğiz. Dikkatli olmalıyız. Sunulan eserlerin hepsi bize tanıdık, sevdiğimiz eserler. Ama Aydın Azimov’un önerdiği eser, bize şimdiye dek tanıdık değildi. Üzeyir Bey’in bu eserini ilk kez yakın zamanda, Aydın’ın çalışmaları sayesinde duyduk. Dinledim, çok etkilendim.
Aydın Azimov bu işi son derece profesyonel biçimde yapmış. Onu gençliğinden beri tanırım; konservatuvar rektörü olduğum dönemde öğrencimdi.
Bu iş için ona teşekkür ederim.
Fikrimi sorarsanız, ben Üzeyir Bey’in ‘Azerbaycan Marşı’nın devlet marşı olarak kabul edilmesinden yanayım.”

Salonda tam bir sessizlik hâkimdi. Herkes, yaşayan bir klasik olan ustanın sözlerini saygıyla dinliyordu. Cövdət Hacıyev konuşmasının ardından özür dileyerek toplantıdan ayrıldı. Artık kimsenin başka bir şey söylemesine gerek kalmamıştı.
Komisyon başkanı Fazil Muradeliyev toplantıyı sonlandırdı.

Şimdi Aydın Bey ile Cövdət Hacıyev’in görüşü çok ilginçti. Usta sanatçının tavrı pek çok şeyi çözüme kavuşturuyordu. Birkaç saat sonra, Aydın Bey ile Cövdət Hacıyev’in yaşadığı (Sahil Bahçesi’nin yanında, Ressamlar Birliği’nin bulunduğu bina) eve doğru yola çıktık. Aydın Bey yukarı çıktı, ben de Sahil Bahçesi’nde onu bekledim. İki saatten fazla beklemek zorunda kaldım. Nihayet Aydın Bey kapıda göründü. Çok neşeliydi. İki saat önce gördüğüm hâlinden tamamen farklıydı. Aceleyle yanına gittim ve sabırsızlıkla sordum:
“Ne oldu, nasıl geçti, Cövdət Bey ne dedi?”

Aydın Bey gülümseyerek yanıtladı:
“Her şey mükemmel, merak etme. Hadi bir yer bulalım, oturalım, sana her şeyi anlatacağım.”

Aydın Bey ayrıntılı anlatmaya başladı:
“Cövdət Bey beni çok samimi, çok sevecen ve sıcak karşıladı. Önce oturma odasında oturduk, hal hatır sorduk. Eşiniz Emine Hanım (Cövdət Hacıyev’ineşi, milli dansımızın usta bilgini, ünlü dans öğretmeni Emine Dilbazi-K. Ş.) çay servisi hazırladı. Çayımızı içerken benden ‘Azerbaycan Marşı’ hakkında, tarihi hakkında ve bu işe nasıl başladığım hakkında sorular sordu. Ben de ayrıntılı şekilde anlattım. Hatta üniversite yıllarında olduğu gibi. Biz okurken Cövdət Bey konservatuvarın rektörüydü. O zamandan beri bana sıcak bir ilgisi vardı.

Çayımızı içtikten sonra beni odasına davet etti ve şakayla karışık ‘Çayımızı içtik, yeter, hadi biraz çalışalım.’ dedi. Odada partisyonu (nota defterini) benden aldı, dikkatle inceledi. Sonra gözlüğünü takarak kendi üslubuyla partitürü açtı. Sanki ilk andan itibaren Üzeyir Bey’in müzik dünyasına tamamen girmişti. Her sayfayı titizlikle kontrol etti. Sona ulaştı, sonra tekrar başa döndü. Aynı dikkat ve ilgiyle sayfaları yeniden gözden geçirdi. Bir noktada, ‘Aydın, burada valtorna ile trombonun yerini değiştirmek kötü olmaz’ dedi. Sonra hemen devam etti, ‘Hayır, gerek yok, her şey yerinde.’

Ben büyük, usta bir besteciden, değerli bir hocadan ilginç öneriler duymak istiyordum. Ama Cövdət Bey kesin bir şekilde her şeyin yüksek düzeyde olduğunu, hiçbir şeyi değiştirmeme gerek olmadığını söyledi.

Cövdət Bey partitürü bana geri verdi ve ayağa kalkıp beni kucakladı. İki elimden tutarak dedi ki:
‘Sen ne büyük bir iş becerdiğini biliyor musun? Bu tarihi bir iş. Her besteci böyle bir işi yapmayı arzu eder. Bu işi sen hallettiğin için çok mutluyum . Helal olsun! Seninle gurur duyuyorum. Sen benim rektörlüğüm dönemimde  okuduğun için de çok mutluyum. Çok teşekkür ederim. Hadi bir çay daha içelim.’

Yeniden oturma odasına geldik. Cövdət Bey Emine Hanım’dan bize çay getirmesini istedi. Karşı karşıya oturduk. Ancak Cövdət Bey’in bakışları tarihin derinliklerine dalmıştı adeta. Yavaşça, sanki kendi kendine konuşur gibi:
‘Garip, Üzeyir Bey bu eserler hakkında bize hiç bir şey söylememiş. Muhtemelen bizi korumak için gizlemiş. Başımızın ağrımasını istememiş…
Aydın, sen çok büyük bir iş yaptın. Üzeyir Bey’in ruhunu ve nefesini korudun. Çok güzel bir iş çıkardın, ben çok beğendim.
Orada (tartışmalarda) benim görüşlerimi herkese iletebilirsin. Eğer oylama olursa, ben iki elle senin işine oy veririm. Gerekirse arayın, fikrimi sorun. Bence Azerbaycan’ın marşı kesinlikle bu eser olmalı.’ dedi. 

Ben teşekkür edip izin isteyerek ayrılmak istedim. Cövdət Bey kalktı ve Emine Hanım’ı çağırarak, ‘Gel, vedalaş, Aydın günümüzün kahramanıdır,’ dedi. Emine Hanım’ın elini öpüp vedalaştım. Cövdət Bey beni kapıya kadar uğurladı. Kapıyı açıp bana döndü ve :
‘Aydın, seninle gurur duyuyorum. Çok teşekkürler, böyle büyük bir işi yaptın. Lütfen tartışmaların sonucunu bana bildir.’ dedi.

O gün Aydın Bey ile çok mutlu anlar yaşadık. Üzeyir Bey’in öğrencisi, yaşayan bir klasik, dönemin büyük bestecisi, eşsiz bir pedagog, konservatuvar tarihinin en değerli rektörü Cövdət Hacıyev, ‘Azerbaycan Marşı’na onayını vermişti.

1992 yılının 25 Mayıs’ına sayılı günler kalmıştı. Müslüm Maqomayev adına Azerbaycan Devlet Filarmoni’sinde marş için sunulan eserlerin halka açık dinletisi yapılacaktı. Eserlerin dördü de Üzeyir Bey’e aitti.