.....

.....

İmdat Avşarın şeirləri

İmdat Avşarın şeirləri

ESİR ŞEHİRLER ANTOLOJİSİ – BASRA

Eşikte ansızın ölen babanın

         Yanağında çırpınan 

         Çocuk eli,

O sabah

Gökyüzüne ellerinden asılan

Ve Allah’a yalvaran 

Simsiyah kadın heykeli…

Gün ışığına her seher

         Çelikle karşılık veren 

         Pencereler

Odaları zindan 

Duvarları viran evler

Ve on dört asır direnip

Karalı bayrak kaldıran 

                  Evler…

Kızıl kan

         Siyah matem

                  Arasına

Sıkışan beyaz

Ve gölgesiz bayrak…

         Bir intihar anında

                  Oğlunu arayan ananın 

         Gözleri çöl ortasında

Bir çift bulanık ırmak… 

Anaların kucağında hazin son

Ve resminden kan damlayan 

Çocuğun ayakları…

Sur’a üfleyen İsrafil

         Kıyamet

                  Ateş

         Barut 

                  Tufan

Bir şehir ki, 

Babaları İbrahim

Oğulları İsmail

Kurban adanmış insan…

Ansızın sokağa devrilmesi 

İsyankâr bir hurmanın 

Ve zafer sevincini yaşayan asker

Kıyam eden bir ağacı vurmanın…

         Bedelini canıyla ödemesi bir kızın

         Hurma gölgesinde oyun kurmanın 

Koşmayı unutan Arap atları

Uçmayı unutan şahin 

Ve onun yorgun kanatları…

Deniz kıyısında esir kuşlar gemisi

Gökyüzünde çelik kuşlar korkusu

Ömür kadehlerine çöken 

Ölüm tortusu…

Aydınlık bir geceye

Vakitsiz düşen bahar

Gönülsüz yağan yağmur

Ve toz bulutu içinde 

Gülümseyen dolunay…

         Siyah beyaz fotoğrafı şiirin

         Udun yalancı sesi

         Çölün hoyrat nağmesi

         Ve tek kişilik halay…

Habeşli rakkasenin 

                  İri

                  Geniş

                  Parlak gözü

Tömbeki dumanında

Fersiz nargile közü…

“Her yer Kerbela her gün aşure”

Türbelerde asırlardır ağlayan

İmam Hüseyin destesi

Ve Ehlibeyt mersiyesi

Bir de 

Çoktan unuttuğum

         Dedemin alfabesi

                  25/03/ 2010- Bağdat

ESİR SEHİRLER ANTOLOJİSİ-BAĞDAT

Eski ihtişamın 

Demirden iskeleti

Yağmurlu bir akşamın 

Suda salınan sureti

Aslını unutan yorgun su

Yatağına kırgın su

Ve iki yakasında 

Esirler hürriyeti

El Mansur penceresinde 

Kanlar içinde 

Dicle ceseti

Kirli gökyüzünde 

Uçarken ölmesi kuşun

Dul kadının cinneti

Duvardan seken kurşun

Ve ana kucağına

Savrulan çocuk eti

Uzak asırlar vakti

Kervanın son devesi

Bir ortaçağ zamanı

Ve kaldırım kahvesi 

Parlayan köz

Kıvrılan nargile dumanı

İçimden geçen

İki puslu göz

Bir ceylan silueti

Taşa iz bırakan Asur

Kuyuya düşen Babil 

Kuruyan umut dalı

Sokaklara sarkan sur

Bin bir yıl uzakta kalan 

Huzur

Yeni çağın masalı

Geçen asrın vahşeti

Gökten inen dev

Harabeye dönen ev

Kapı eşiğinde sükût

Türbeye bağlanan 

Mavi umut

Bir genç kızın duası

Ve bembeyaz niyeti

Yüzyıllar ötesinden

Düşen ecdat gölgesi

Uğultular arasından sıyrılan

Bir deste gül

Bir beyit Fuzuli sesi

Türkmen ocağının 

Ateşi, harareti

İnleyen udun teli

Çöl ezgisi 

Aşk nağmesi

Mecnun’un alevden dili

Tutuşan gök

Yanan Kerem

Garip ilahi bestesi

Uzadıkça uzayan muharrem

Ve Kerbela destesi

Ardında asırlarca susmayan

Bir ağlama heyeti

Bağdat

Bir kelime, üç çığlık 

Havar

         Havar

                  Havar

Bir zindan 

Yarı aydınlık 

Duvar 

         Duvar  

                  Duvar

         24/03/2010 Basra

Sus içinde

Islak saçlarını serdiğin şehrin,

Suda düğümlenen iki yakası.

Gözlerinde solan o yitik renkler

Ve yağmur eğiren sokak lambası,

                      Pus içinde… pus içinde…

Uzak iklimlerde susdukca güneş,

Ayı gökyüzüne sen yasakladın.

Ayağından asılan yıldıza yanıp

Göğsüne acılar yürüten kadın

                     Sis içinde… sis içinde…

Söküp atsan içinden ğam çadırını,

Bir baharı kuşansan yağmurca serin.

Neden bakışların kan-revan her gün 

Matem havasını çalan gözlerin

                    Yas içinde… yas içinde…

Karanlığa adanmış türküleri unut,

Aydınlık gözlerinle sustur geceyi.

Bir sehpa koy içine, darağacı kur,

Bu aşkı gölgeleyen her düşünceni

                      As içinde…as içinde…

Bilemezsin sonu nedir yazgının,

Teslim olma ölümlü her çağrıya.

Yeni bir dünyaya yeşert sevgiyi,

Çığlık- çığlık isyan etme Tanrıya

                         Sus içinde… sus içinde…

Giderken 

Gözlerini yumar göğün kızları,

Güneş, ufkumuzda eriyen bakır.

Aldırma, birtanem giy intizarı,

Her gidiş ardında hüzün bırakır…

Doğan güne inat karardı şehir,

Insaf eyle,pencerene güneş çek…

Yoksa nasıl bulur yatağı nehir,

Nasıl tartar ayrılığı bu yürek?

Hasret yangınına götüren bizi,

Dönüş ümididir bu limanlara…

Her gelişle diner bu kadim sızı,

Her gidişte kanar bu köhne yara.

Yağmurla yeniden doğarız belki,

Kurutsa yaddaşın gölünü nisyan.

Dakikalar yıla dönerse bil ki,

Büyür içimizde zamana isyan…

Takvimlerin çarkı dönmese bile,

Sabırdır zamana boyun eğdiren.

Tahammül mülkünü çevirme küle,

Dervişsabrı ile bekle beni sen !

Adını öpen sular…

Yalnızlık bu şehirde,

Sahil boyu uzuyor.

Sensizliyin ritmini,

Hırçın deniz boğuyor.

Her akşam bu kuytuda,

Bıçaklanıyor uykum.

Gözüme savruluyor,

Adını yazdığım kum.

Şimdi tenha sahilde,

Bir kadın hayali var.

Seni alıp gidiyor,

Adını öpen sular.