.....

.....

BAHTİYAR VAHAPZADE’NİN VATAN KOKAN SESİ – Mustafa UÇURUM

BAHTİYAR VAHAPZADE’NİN VATAN KOKAN SESİ – Mustafa UÇURUM

BAHTİYAR VAHAPZADE’NİN VATAN KOKAN SESİ

Onu ilkin mısralarında tanıdım. Kâğıdın beyazlığında yankılanan bir ses gibiydi; köklerinden kopmuş bir ağacın hüznüyle “Menim Anam”, sarsıcı bir yalnızlık hissiyle “Çılpaq Ağaclar” şiirleri yüreğime düştü. Kelimeleri sade, fakat her biri derin bir kuyunun taşı misali ağırdı. Anlattığı, sadece bir bireyin değil, bir milletin hafızası, bir coğrafyanın kaderiydi. Şiirleri, ayrılığın soğuk rüzgârını, vatan hasretinin yakıcı ateşini, kimlik arayışının çetin yolculuğunu anlatıyordu. “Benim Garib Sözlerim” diyordu ama o sözler ne kadar da tanıdık, ne kadar da bizdendi.

Sonra, bir kasetten yükselen sesiyle buluştum onunla. O kaset, belki de Anadolu’nun bir şehrindeki bir evin salonunda, belki bir arabanın teybinde çalınıyordu. Ve o an her şey değişti. Yazılı haliyle zihnime dokunan mısralar, bu sefer etten kemikten bir yürekten, yanık ve tok bir sesten, otantik bir aksanla hayat buldu. “Ay canım anam, gözüm anam, cananım anam…” derken ki o titrek, duygu yüklü vurgu, şiirin katmanlarını adeta gözlerimin önünde açtı. Sesindeki her kırışık, her titreme, Kafkas dağlarının rüzgârını, Kür Nehri’nin akışını, Karabağ acısının sızısını taşıyordu. Artık sadece bir şair değil, bir “Vatan Oğlu”, yaşayan bir nefes, bir çağdaş “aşık”tı karşımda. Kaset, onu bulunduğum yerden binlerce kilometre öteye, köklerimizin ortak kaynağına bir köprü kurmuştu.

Bahtiyar Vahapzade’nin şiir dünyası, bu iki kimliğin – yazılı olanın ve sesli olanın – muhteşem bileşimiydi. Şiirleri, “Azerbaycan-Türkiye divan edebiyatının derin suları ile modern insanın bireysel sorgulamalarının buluştuğu bir nehir” gibiydi. Fuzuli’nin, Nesimi’nin soyundan gelen bir lirizm, 20. yüzyılın totaliter rejimlerinin ve sınırların yarattığı trajedilerle iç içe geçiyordu. “Köprü” metaforu onun için hem mecazi hem de gerçek anlamda merkezîdir. Sovyet döneminde, katı ideolojik sansür altında bile, inatla “Türk” kimliğini ve birleşik bir kültür havzasını işledi. “Gülistan” şiiriyle, ikiye bölünmüş bir halkın acısını dillendirirken, aslında bütün Türk dünyasının parçalanmışlığına ağıt yakıyordu.

Vahapzade’nin önemi, tam da bu köprü kurucu kimliğinden gelir. Azerbaycan için, o bir milli vicdan, bir direniş simgesi ve modern Azerbaycan edebiyatının kurucu sütunlarından biridir. Zor dönemlerde halkının sesi, belleği ve onuru olmuştur. Türkiye için ise, o soğuk savaş yıllarında ulaşılması, görülmesi zor olan “kardeş”in en samimi, en güçlü çağrısıydı. Türkiye’deki insanlar, onun şiirleri ve sesiyle, Azerbaycan’ı ve ortak acılarımızı ilk elden hissettiler. O, edebiyat ve kültür yoluyla iki ülke arasındaki görünmez, ama çelikten güçlü bağları pekiştiren bir “gönül elçisi” oldu. Her iki tarafın da birbirini anlamasında, hissetmesinde paha biçilmez bir rol üstlendi.

Bugün, onu anarken, hem o kâğıttaki derin mısraları hem de kasede kayıtlı o sıcak, hüzünlü sesi hatırlıyorum. Bahtiyar Vahapzade, yalnızca büyük bir şair değil, aynı zamanda bir milletin yürek atışını kaydeden bir “ses ustası” ve bir medeniyetin yıkılmayan köprüsüydü. Bıraktığı miras, sınırları aşan bir sevginin, özlemin ve direnişin ifadesi olarak, hem Bakü’de hem de İstanbul’da, her daim yaşamaya devam edecek. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Mustafa UÇURUM