BULUT’A VEDA EDEMEDİK
Küçük bir kız, nazlana sızlana beni ailesine kabul ettirdi. Babasını bir görseniz beni gördükçe kaşlarını çatıyor.
-Ne getirdiniz bu çirkin şeyi! Allah versin de büyüdükçe güzelleşsin.
Aman evin babasıymış! Belli oldu niye kasım kasım kasılıyor. Hiç duymamış Yusuf Has Hacib’den “Kişig yirgürür köndrü bilmez yorık.” söylesem anlamaz cahil; bir de beni beğenmiyor. Ben, Allah’ın yarattığı dünyalar güzeli bir muhabbet kuşuyum. Kâkülüm var altın sarısı, kanatlarım var deniz mavisi. Te Allah’ım! Adama bak, kara kaşıyla beni beğenmiyor. A… Aa… Bu küçük kız, babasının dediğine gülüyor. Aşk olsun! Aaa herkes gülüyor, Komik mi ayol? Bu çok çirkin adam bana çirkin dedi! Ben… Ama ben, beni o karanlık kümesten aldığınızda ne kadar mutlu olmuştum! Benimle alay mı ediyorsunuz?
-Yaaa susun ama! Baksanıza, ne kadar güzel. Gel canım kuşum. Sen sakın üzülme. İnan ki biz çok beğendiğimiz güzelliklere nazar değmesin diye “Ne kadar da çirkin!” deriz.
Böyle güzel konuşup gülüşen kadın evin annesi mi acaba? Üzülürüm diye, anlayıp anlamayacağımı bilmeden beni teskin etmeye çalışıyor. Demek çok merhametli. Demek ki tam bir anne. Benim annem nerededir? Annem var mıdır? Hay Allah! Tabii vardır, yumurtadan çıkmadım ya ben! Ay aman! Hay Allah! Tabi yumurtadan çıktım.
-Çocuklar hadi ona isim koyalım. Ne diyelim?
-Bu güzel anne bana isim verecek, öyle mi?
-Boncuk, koyalım anne!
-Saçmalama, minik cadı! Ağabeyin var burada. Tabii ki adı Ronaldo olacak.
-Iyyy, ne biçim isim bunlar? Sakın beni böyle çağırmasınlar! Ne çirkin isim bunlar!
-Durun çocuklar! Ben ona isim buldum. Haydi onu balkona götürelim. Kafesini getirin!
Beni, kanatlarım kadar mavi görünen gökyüzünün ortasında bir buluta çıkardı sandım. Balkon dediği yer öyle güzeldi ki sadece uçsuz bucaksız gökyüzü görünüyordu. Burası bulundukları binanın son katıymış.
-Senin adın Bulut olsun güzel kuşum. Ne dersin? Hı?
Adıma “Bulut” dediler. Öyle sevdim ki annelerini. Çok sevdim. Balkonda oturuyor, çay içip kitap okuyordu. Gün doğarken benimle uyanıyor, güneşe selam veriyordu. Sonra bana dönüp “Böyle bir muhteşemliğe şahit olabilmemiz ne büyük bir lütuf Bulut’um.” diyordu. Bir gün, gün batımında, başka kuşların gökyüzünde süzülmelerini gördüm. Onlar sonsuzlukla birleşiyor, yok oluyor, sonra yeniden var oluyorlardı. Bense hep kafeste yaşıyorum. Onlar da kuş, ben de kuşum. Benim evim kafes. Parmaklıkları olan, insanların suç işlediklerinde atıldıkları yer gibi olan bir kafes. Ama onların evi sonsuzluk. Onlar özgür. Ben mahkûm. Neden ki?
-Bulut’um, ne oldu sana? Neden mutsuzsun canım? Neden hastalanıyorsun? Neden kanatların yerde?
-Hayır! Merhametli görünen bu kadın, bir canavar olmalı. Bana “Bulut’um” demesin. Sevmesin. Hayır hayır! Seviyormuş gibi yapmasın!
Özgür olmak, şu demir parmaklıklardan kurtulmak, bulutların arasında “Bulut” olup uçmak, bir kaybolmak, bir başka yerden çıkıp gökleri arşınlamak istiyorum. Hani şu kitaplara konu olmuş martı gibi… Özgürce dostlarımı seçmek, belki hatalar yapmak, hatalarımdan dönmek istiyorum. Nasıl yürekten istediysem… Şu dilimi eşek arıları soksaydı.
-Anne! Bulut ölüyor mu?
-Bilmiyorum kızım, dün akşamdan sonra böyle oldu. Yarın bir veterinere götürelim.
Hastayım hâlâ. Yarın olmadı. Gecenin bir vakti. Bir gürültü koptu. O güzel evin duvarları yıkıldı. Duvardan kopan bir parça, kafesimin demir parmaklıklarında benim çıkabileceğim kadar bir yer açtı. O güzel evin her yeri, yıkık bir balkon oldu bir anda. Hastayım, gökyüzünde özgürce uçuyorum. Açım, gökyüzünde özgürce uçuyorum. Soğuk, gökyüzünde özgürce uçuyorum. Bana da annelik eden o kadın -evin annesi- yok, gökyüzünde özgürce uçuyorum. Her yer toz duman, gökyüzünde özgürce uçuyorum.
Hay şu dilimi eşek arıları soksaydı!..
Emine Kaya Tutu