Birini seviyorsan onu öldürme! demek kolay
Oysa her âşık önce kendine sonra yanındakine cellât
Ve aşkta ölümün bir anlamı vardır, görklü kılınan
Bozulsun diye im
Her ateş önce yanını yoklar sevgilim
B.K.
ŞAH DAMARIMDAN VUR SEVGİLİM
Konuşmanın tartışmaya dönen sınır çizgisindeydiler. Adam sadece kadının son dediği canını sıktığı için birden kadının en eski yaralarından birine kesik attı sözleriyle. Kadın, normal bir konuşmanın birden nasıl bu hale geldiğinianlayamamanın şaşkınlığını yaşadı.
Vurulmanın ilk sıcağıyla vurulduğunu hiss edemeyen maktuller gibi. İlk şaşkınlığını inanamamazlık takip etti. İnanamadı kaç yıllık sevgilisinin onun canını en acıtacak yerden vurmasına. Hem de bu kadar basit bir konuşmada üste çıkmak için hoyratça. Adam laf ağzından çıkar çıkmaz küçük bir pişmanlık yaşadı. Her düşündüğünü söylemenin dobralık sayıldığı kabalıklar… Odadan çıktı; kadını şaşkınlığı, inanamazlığı ve ilk cılız tepkisiyle baş başa bıraktı. Mutfağa gitti ve bir sigara içti. Odaya geldiğinde sevecen bir edayla küçük bir açıklama yaptı, özre benzeyen ama asla özür olmayan. Ona göre bu kadarı yeterliydi, uzatmak yersizdi. Kadın, adamın sigara içtiği o uzun, o asırlık sürede acıyla doldu, üzüldü, çok üzüldü. Bir şey geldi oturdu boğazına, tıkandı. Adam gelince konuşamadı üzüldüğüyle ilgili. Adamın sevecenliğini de özre benzeyen ama asla özür olmayan cümlelerini de fark etti. Önce hiçbir şey olmamış gibi devam ettiler akşama. Bu arada sessizce kanadı kadın, en eski en derin yarasından. Adamın ağzından çıkan bıçak, kadının göğsüne saplanmıştı. Kadın, yıllanmış ilişkilerde görülen bir baştan savmayla bu bıçağı da diğerleri gibi çekip çıkarmayı istedi göğsünden. Salonun duvarında asılı olan tablodaki deniz kenarında yürüyen kadın, ilk kez dönüp baktı arkasına yapıldığı günden bu yana. Acı bir kehanet gibiydi bakışları.
Yatak odasına gitti kadın. Uğraştı, uğraştı, daha önce hiç uğraşmadığı kadar uğraştı. Çekip attı sonunda bıçağı. Sonra da içli içli ağladı. Adam içeride rahat bir halde televizyon izliyordu. Alttan almıştı ya işte hemen o an affedilmeliydi.
Kadın, ağlayarak uyudu erkenden. Adam geldi ne olur ne olmaz diyerek son bir kez okşadı kadının saçlarını duyarlılıktan yoksun bir şekilde baştan savma. Adamın okşayışları; hadi ama uzatma, sıkılırım bak sonra diyordu kadına. Bu okşayışla uyanan kadın yerinden kımıldamadı. Adamın attığı bıçağa karşın bin füze belirdi dilinde. Bir tanesi milyon bıçak gücünde. Kadın sustu, biliyordu ki bu füzeler atıldıktan sonra ortada hayat diye bir şey kalmayabilir. Yuttu bütün füzeleri boğazından. Her düşündüğünü, her kızdığını söylememeyi yıllar ona öğretmişti.
Kadının göğsünden attığı bıçak, savrulduğu yatağın altından çıktı. Cinsiyetsiz bir varlığa dönüştü. Geldi yatakta kadınla adamın arasına girdi. O ana kadar bıçağı fark etmeyen adam önce soğukluğundan tanıdı onu. Daha önce de sayısız kez can yakıcı sözler söylemişti. Hiçbiri böyle bir canlıya dönüşmemişti. Bugün söylediği sözlerin farkı neydi? Bıçağın soğukluğundan ve yatakta tuttuğu yerden rahatsız olmuştu ama “Sabah ola hayrola, geçer bakalım.” diyerek uyumayı tercih etti. Kadın göğsünden çıkan bıçağın vücut bulmuş halinden korktu. Niye bunu da diğerleri gibi yok edememişti? Çünkü bıçak bu kez çok derin bir yaraya gelmişti, bunu içten içe biliyordu. Zaten iyileşmesi zor olacaktı, bıçağın varlığı bunu daha da zorlaştırıyordu. O yok olsa, her zamanki gibi sessizce, kimselere demeden dahası herhangibir yardım olmadan sağaltacaktı kendisini. Ama bıçak yok olmuyordu bir türlü. Kadın uyudu uyandı, uyudu uyandı. Hava aydınlanmadan çalan alarmla kalktı. Üzgündü, kırgındı, bir anda hayatla arasına puslu bir cam girmişti. Kırık dökük yeni güne başladı.
Bıçak da onunla beraber kalktı. Kadın hazırlanırken huzursuzlukla bekledi. Onun bu hali kadının kalbinin düzensiz çarpmasına neden oluyordu: TAŞİKARDİ
Bıçak, kadınla beraber çıktı evden. Soğuğundan bir parça da yeni uyanan adama bırakarak. Adama bir titreme geldi.
Gün boyu kadının yanında ne olduğunu anlamadıkları soğuk bir varlıkla gezdiğini gören iş arkadaşları yaklaşmadılar kadına. Günlük muhabbetler yapılmadı; içilmedi çaylar, kahveler…
Kadın, kanayan yarasının gittiği her yeri kirlettiğini gördü. Üstü başı da rezil haldeydi. Namussuz durmuyordu bir türlü. Bir de bıçağın varlığı… Odasına kapattı kendini. İşlerini yapmaya girişti. Kalbindeki huzursuz ritim kadının yaşamasını zorlaştırıyordu, çalışmasını da. Dikkatini toplaması için çok uğraşması gerekiyordu. Niye diyordu, niye? Basit bir konuşmada laf, onun en canını acıtacak yere niye gelmişti? Sevgi de huzur da güven de bu kadar ucuz muydu ki bir cam kırmanın rahatlığıyla kırılsın. Bu konuşmadan daha birkaç dakika evvel ne kadar emindi sevildiğine. Sevmek, titremekti sevdiğinin üzerine onun lügatinde. Bir de çocukluğunun ondaki en can alıcı yarasını daha birkaç gün önce bir bardağa su doldurmanın doğallığıyla anlatmıştı adama. Öyle ya yanındaki sevgilisiydi, en güvendiği kişi. Kendini en derin yerleriyle ona teslim edebilirdi. Şimdi adam üstü kabuk bağlayan kor bir yarayı açmış, onun yanına da daha derinini eklemişti. Bütün yaralarını kendisi sarmaya alışık kadın akşama kadar iyi etmeye çalıştı kendini. O düzelmeye çalıştıkça sokuldu bıçak.
Çok üşüdü o gün kadın.
Eve gelen kadın, hiçbir şey olmamış gibi yemek yaptı, sofra kurdu, adamı yemeğe çağırdı. Rutin akşam ilerledi. Kadının mimikleri donmaya başladı. Adam “Ne uzattın be!” havalarında, bozuk. “E ne var, söylenmeyecek mi hiçbir şey. Tadını kaçırdın artık.” diyen yüzüyle geziyor.
Kadın, normal olmaya çalışıyor ama bıçak bütün varlığıyla evde. Baktı olmuyor bıçağı karşına alıyor; git, diyor. Bıçak, adama neden içinden geçenleri söylemiyorsun, diyor. Niye canının yandığını anlatmaya çalışmıyorsun?
Kadın, anlatmak ucuzlatır bir acıyı, diyor. Acım bende aziz, onda kıymetsiz. Bıçak, yaralarından asıyorsun aşkınızı evin ortasına, bak sallanıyor orda, diyor. Kadın git dedikçe Bıçak Nuh diyor peygamber demiyor.
Sonraki günler kadın yeşeriyor, yeşeriyor. Beti benzi kalmıyor. Biriken her acı söz en sonraki yarayla beraber zehirliyor kadını. Kadın zehir yeşili. Bir akşam yığılıveriyor aralıkta. Paldır küldür hastaneye götürüyorlar. Doktorlar, kadının sebebini bulamadıkları bir şeyden zehirlendiğini söylüyorlar. Kardeşi kalıyor hastanede kadının yanında. Adamı bir süre görmeyen kadın, unutur gibi, düzelir gibi oluyor. Eve gelir gelmez başlıyor yeniden hastalığı. Zehir yeşili evin her tarafına yayılıyor. Özenle büyüttüğü kırmızı sandalları da zehir yeşili.
Yeşil bir sisle örtülü eşya. Adam artık konuşmadan olmayacak, diyor. Anlat diyor neden böylesin, neden düzelemiyorsun bir türlü. Uzun uzun anlatacak hali yok kadının. Adama değil bıçağa dönüyor. Sevdiğinin acı sözü kalbe gelmemeli ilk. Önce şah damarını vurmalı insanın, vurmalı ki acısız olsun ölümü, diyor. Yalvararak bakıyor bıçağa. Adam anlıyor kadının bakışlarının anlamını. Koşarak bıçağı yakalamak istiyor. Ne de olsa kendi ağzından çıkan söz, ona itaat etmeli değil mi? Dur diyor, bıçağa, sakın yapma. Ama yakalayamıyor, bıçak dinlemiyor onu. Hızlı bir darbeyle kesiyor kadının şah damarını. Kadın yığılıyor yere.
Tablodaki kadın hıçkırarak ağlıyor denize karşı. Bıçak adamın yüreğine girip orda hiç sönmeyecek bir ateş oluyor.
“Ve adam kadından daha çok öldü.”