.....

.....

Üç Renkli Bayrağınla Mesut Yaşa! – Milli Marşımız Üzerine – Kâmil Şahverdi

Üç Renkli Bayrağınla Mesut Yaşa! – Milli Marşımız Üzerine – Kâmil Şahverdi

Üç Renkli Bayrağınla Mesut Yaşa! – Milli Marşımız Üzerine – 1. Yazı 

Kâmil Şahverdi

Rəşid Behbudov Vakfı Direktörü

“Azerbaycan Cumhuriyeti Milli Meclisi’nin, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Marşı Hakkındaki Kararı:

Bestesi Üzeyir Hacıbeyov’a, sözleri Ahmet Cevad’a ait olan “Azerbaycan Marşı” Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Marşı olarak kabul edilsin.

27 Mayıs 1992

Bakü Şehri.”

Ünlü bestekâr, dramaturg ve Azerbaycan halkının önemli münevverlerinden olan Üzeyir Hacıbeyli, “Azerbaycan Marşı”nı 1919 yılında kaleme almış ve Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin (1918-1920) devlet marşının seçilmesi için düzenlenen yarışmaya sunmuştur. Devlet marşı yarışmasına eserler 1 Mayıs 1920 tarihine kadar teslim olunmalıydı ve 28 Mayıs’ta, bağımsızlığın ikinci yıldönümü münasebetiyle parlamentoda seçim yapılarak en iyi eser devlet marşı olarak kabul edilmeliydi. Ancak 28 Nisan 1920’de Rus-Bolşevik işgali sonucu Azerbaycan Halk Cumhuriyeti dağıldı. Bu nedenle devlet marşı yarışması tamamlanamadı.

Yetmiş iki yıl sonra, 1992’de, Üzeyir Bey’in bu muazzam eseri, yani “Azerbaycan Marşı”, bağımsızlığını yeniden kazanmış Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet marşı olarak kabul edildi. Milletimiz, halkımız tüm yasaklara rağmen “Azerbaycan Marşı”nı kalbinde ve kan hafızasında yaşattı. Vatanlarından göçmeye mahkûm edilen Cumhuriyetçiler, “Azerbaycan Marşı”nın unutulma ve kaybolma tehlikesinden kurtulmasını sağladılar.

1989 yılında, büyük bestekârımız ve müzik kültürümüzün yegâne aktarıcılarından olan Profesör Aydın K. Azim, “Azerbaycan Marşı”nı yeniden düzenleyerek halkımıza sundu. Saygıdeğer Aydın Bey’in düzenlediği haliyle marş, ilk kez 17 Kasım 1989’da Diriliş Gününün yıldönümünde Azadlık Meydanı’nda yapılan mitingde seslendirildi. Yüz binlerce insan, “Azerbaycan Marşı”nı gurur ve mutluluk gözyaşlarıyla dinledi.

Bu, kan hafızamızın günümüze kadar koruduğu genetik kodun görkemli bir ifadesiydi. “Azerbaycan Marşı” varlığımıza, ruhumuza ve kanımıza işlemişti. Meydanda ilk kez seslendirildikten sonra ülkemizin her köşesinde “Azerbaycan Marşı” çalınmaya başladı. Tüm okullarda, kuruluşlarda, her toplu etkinlikte ve toplantıda Üzeyir Bey’in bize miras bıraktığı bu güzel eser, büyük bir sevgi, coşku ve gururla icra ediliyordu.

Tanınmış bestekârımız Aydın K. Azim, “Azerbaycan Marşı”nı yüksek bir profesyonellikle, büyük bir ustalıkla, Üzeyir Bey’e derin bir saygı, millete ve halka sonsuz bir sevgiyle düzenleyerek orkestra ve koroya uyarlamaya çalışmıştı. Daha ilk dinleyişte eserin büyüsüne kapılmamak mümkün değildi; sanki yetmiş yıl boyunca milletimiz bu muazzam eserin hasretini çekmişti.

“Azerbaycan Marşı” çocuklardan yetişkinlere kadar herkesin ruhuna, canına ve kalbine işleyerek onlarda gurur ve övünç duygusu yarattı. Halkımızın sevgi, özlem ve muhabbetle karşıladığı bu marşın 17 Kasım 1989’dan 27 Mayıs 1992’ye kadar olan yolculuğu kolay olmadı. Tüm halkın sevgisine rağmen, marşın devlet marşı olarak kabulüne karşı çıkanlar da vardı.

Ben bu süreçlerin içinde olan biri olarak, marşımıza dair yaşanan olayları ve bildiklerimi, 35 yıl sonra ilk kez paylaşmaya karar verdim. 1992’de tüm zorluklara rağmen Milli Meclis’te “Azerbaycan Marşı” devlet marşı olarak kabul edildiğinde, bizler de bu hakkın sonunda elde edildiğini düşündük. Devletimizin yasama organı “Azerbaycan Marşı”nı resmileştirdi. Konuya nokta konuldu. Ancak, ne yazık ki, bu son değildi; kutsal marşımıza zaman zaman saldırılar oldu ve olmaya da devam ediyor. Bazı kişiler; Parlamento kürsülerinden, gazete ve dergi sayfalarından, radyo ve televizyon yayınlarından, marş hakkında gereksiz yorumlar yaparak gündem yaratma peşindeler.

Bu nedenle, “Azerbaycan Marşı ”nın yazıldığı zamandan 27 Mayıs 1992’de Milli Meclis’teki tartışmalara kadar geçen tarihi süreç hakkında topladığım bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Anlattığım olayların çoğundan ilk kez haberdar olacaksınız.

Marş Nedir?

Devlet Marşı, vatandaşlarda gurur ve ülkesine karşı saygı duygusu uyandıran; milli değerleri, gelenek ve görenekleri, halkın mücadele tarihini yansıtan ve vatanseverlik ruhunu taşıyan görkemli bir müzik kompozisyonudur. Devlet Marşı, bayrak ve armasına benzer şekilde, yüksek devlet organları tarafından resmen onaylanmış devlet sembollerinden biridir.

Marş (Himn) kelimesi, Latince ve Eski Yunanca’dan alınan hymnus kelimesinden türemiştir. Başlangıçta tanrıları, daha sonra kahramanları, kahramanlıkları veya önemli bir olayı öven şarkı anlamında kullanılmıştır.

Marş kelimesinin kökeni net olarak bilinmemektedir. Antik dönemde bazı bilim insanları, marşı “dokunmuş şarkı” anlamında, yani kelimelerin bir dokuma gibi bir araya getirilerek oluşturulduğu bir ifade olarak görmüşlerdir. 

Ünlü Fransız dilbilimci Pyer Şantren, Yunanca himn kelimesinin etimolojisini açıklamak için yeterli veri olmadığını belirtir ve kelimenin Yunancadan önceki döneme veya Yunanca olmayan bir kökene sahip olduğunu öne sürer.

Görüşünü kanıtlamak için değerli bilim insanı şu örnekleri verir: 

“Yunan kökenli olmayan ‘difiramb’ ve ‘elegiya’ sözcükleri de çeşitli metinlerin ritmik okunmasından doğmuş, sonradan şarkıya dönüşmüştür…”

Antik dönemde oluşan marş türü, sonraki edebi eserlerin ortaya çıkmasına güçlü bir etki yapmıştır. Hint edebiyatında Tanrılara adanan marşlar, sanatın kadim örnekleri olması açısından büyük öneme sahiptir. Akdeniz çevresindeki kültürlerde de marşlar, kadim edebiyatın önemli bir parçası olmuştur. Mısır ve Babil marşları, yüksek duygusallığı ve net imgeleriyle öne çıkar. Eski Yahudi marşları ise Babil marşlarına çok benzerdir.

Çin marşları ise kendine özgü bir forma sahiptir. Bu marşlarda gökyüzüne ve atalara övgü temel unsurdur. tutar. Çin şiirinde buna “oda” denir (Büyük ve küçük oda). Biçim ve içerik bakımından oda, ilahiye oldukça yakındır. Oda türlerinde eski hanedanların kurucularının kahramanlıkları tasvir edilir. Bazı oda-ilahiler ise savaş şarkıları olarak da kullanılmıştır.Yunan ve Roma edebiyatında marşlar hem Tanrılara hem de toplum önderlerine ve bayramlara adanmıştır. Yakın ve Orta Doğu edebiyatında ise marşa yakın olarak kaside türü yaygındır. 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren tasavvuf şairleri eserlerinde kasideye özel bir yer ayırmıştır.

Klasik Azerbaycan şiirinde de kaside, şairlerimizin sıkça başvurduğu bir türdür. Bu türde birçok değerli eser bulunmaktadır. Antik çağlardan beri insan düşüncesinin mitik imgeler, duygular ve inançları yansıtan sanatsal üretimleri her zaman var olmuştur. Marş, insanlık tarihinin en eski sanatsal ifade biçimlerinden biridir. Zamanla marş, poetik ifade biçiminden poetik-melodik bir sanat formuna dönüşmüştür. Marşlar ve kasideler çoğunlukla görkemli, övgü dolu eserlerdir ve dini ayinlerde de geniş ölçüde kullanılmıştır. Orta Çağ’da monarklar ve krallıklar için marşlar yaratılmış ve bu görkemli eserler, devlet sembolü olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Marş, Devlet Sembolü Olarak Ne Zaman Kullanılmaya Başlandı?

En eski milli marş olarak Japonya’nın Kimi Ga Yo adlı marşı kabul edilir. Metni, Heian dönemi (794-1185) şiirlerinden alınmıştır. Heian dönemi, Japonya’da barış ve huzur dönemi olarak bilinir. Bu marşa ait müzik ise 1880 yılında bestelenmiştir.

Avrupa ülkeleri arasında ilk marş ise Hollanda marşı Het Wilhelmus’tur. Sözleri 1568-1572 yılları arasında Hollanda Devrimi sırasında yazılmıştır. Günümüzdeki melodisi ise 1626’da bestelenmiştir. Marş tarzında yazılmış bu eser, 17. yüzyılda halk arasında çok popüler olmuştur. 1932’de Het Wilhelmus, Hollanda’nın devlet marşı olarak resmiyet kazanmıştır.

Dünyaca ünlü marşlardan biri de Birleşik Krallık’ın marşıdır. İlk kez 1619’da “God Save Our Lord the King” (“İlahi, Kralımızı Koru”) adıyla icra edilmiştir. Bu marş, resmi devlet marşı olarak onaylanmasa da, kitlesel ve görkemli etkinliklerde, Kral’ın katıldığı törenlerde sürekli seslendirilmesiyle gayriresmi bir marş statüsüne sahiptir. Aynı şekilde Kanada’nın da Kraliyet marşı vardır.

“God Save Our Lord the King”, Birleşik Krallık dışında 20 ülkede de marş olarak icra edilmiştir. Bu ülkelerde aynı müziğe kendi dillerine ait sözler yazılmıştır. Örneğin; Rusya İmparatorluğu’nda Rusların Duası, ABD’de My Country, Almanya İmparatorluğu’nda Heil dir im Siegerkanz, İsviçre’de Rufst du mein Vaterland gibi. Daha sonra bu ülkelerin her biri kendi marşını yazmış ve resmi olarak kabul etmiştir. Lihtenştayn’ın Oben am jungen Rhein adlı eseri, hâlen Birleşik Krallık marşının müziğiyle icra edilmektedir.

Fransa devlet marşı Marseillaise ise ilginç bir tarihe sahiptir. 1792’de Claude Joseph Rouget de Lisle tarafından sözleri ve müziği oluşturulan Marseillaise, 1795’te Fransa’nın resmi devlet marşı olarak kabul edilmiştir.

Resmî devlet marşı olarak kabul edilen ilk eserlerden biri ise İspanya marşıdır. 1761’de yazılan Marcha Real (“Kral Marşı”), 1770’te resmi devlet marşı olarak kabul edilmiştir. Marcha Real’ın yazarı bilinmemektedir.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde dünyada 59 devlet vardı. Savaş sonrası Avusturya-Macaristan, Osmanlı, Almanya ve Rusya imparatorluklarının çökmesiyle dünyanın siyasi haritası değişti ve yeni bağımsız ulusal devletler ortaya çıktı. Bağımsızlık ilan eden devletler, aynı zamanda bayrak, arma ve marş gibi devlet sembollerini de onayladılar.

Bazı ilginç bilgileri de burada paylaşmak yerinde olacaktır.

Devlet marşı genellikle devletin resmi diliyle icra edilir. Ancak bazı ülkelerde birden fazla resmi dil vardır. Örneğin İsviçre marşı Swiss Psalm dört resmi dilde (Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Romanşça) yazılmıştır.

Belçika devlet marşı (La Brabançonne / De Brabançonne / Das Lied von Brabant), üç dilde icra edilir: İlk kıta Hollandaca, ikinci kıta Fransızca, üçüncü kıta Almanca’dır. Nakarat ise üç dilde, her biri bir satır olacak şekilde söylenir.

Kanada devlet marşı O Canada başlangıçta Fransızca yazılmıştır. Günümüzde Kanada marşının İngilizce ve Fransızca olmak üzere iki farklı metni vardır. Bu metinler birbirinin çevirisi değil, birbirinden tamamen ayrı metinlerdir. Bir kıta Fransızca, bir sonraki kıta ise İngilizce olacak şekilde icra edilir.

İrlanda devlet himni (The Soldier’s Song) ilk olarak İngilizce yazılmıştır ve icra edilmiştir. Daha sonra metin İrlandaca’ya çevrilmiş olsa da, İrlandaca metin ülkenin resmi marşı olarak kabul edilmemiştir.

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 11 resmi dil vardır ve bunların hepsi, üç şarkının birleşiminden oluşan marşta kendisine yer bulmuştur.

Bazı ülkelerin devlet marşları sözsüz, yalnızca müzik ile icra edilir. Örneğin, İspanya’nın Marcha Real marşı 1980’de Franco diktatörlüğünün sona ermesinin ardından sözsüz olarak icra edilmektedir. Kosova devlet marşı (Europe), başlangıçta Arnavutça olarak yazıldığı için siyasi ve etnik gerginlik nedeniyle sözsüz icra edilir.

Dünya ülkelerinin devlet marşları müzik tonları açısından da çeşitlidir. Birçok ülke marşı majör tonunda yazılmış olsa da, minör tonlu marşlar da oldukça fazladır. Mesela; Azerbaycan (Azerbaycan Marşı), Türkiye (İstiklal Marşı), Ukrayna (Şe ne vmerla Ukraina), Bulgaristan (Mila Rodino), İsrail (Hatikva), Romanya (Deşteapta-te, romane!), Kazakistan (Menin Qazaqstanım), Katalonya (Els Segadors), Fas (Cherifan himni), Kenya (Ee Mungu Nguvu Yetu), Slovakya (Nad Tatrou sa blyska), Irak (Mawtini), Nepal (Sayaun Thunga Phool Ka) minör olarak yazılmış marşlardandır.

Devlet marşının çalınma kuralları çoğu ülkede benzerdir. Genellikle resmi devlet törenlerinde, milli bayramlarda, askeri geçitlerde, festivallerde, spor etkinliklerinde ve benzeri durumlarda marşlardan istifade edilir. Yabancı ülke liderlerinin resmi ziyaretlerinde marşın icrası diplomatik protokolle belirlenir. Olimpiyat oyunlarında altın madalya kazanan sporcunun onuruna, temsil ettiği ülkenin marşı çalınır. Marşların spor müsabakalarında çalınması ilk olarak 1905’te, Rugby dalında Galler ve Yeni Zelanda milli takımlarının karşılaşması sırasında gerçekleşmiştir.

Bazı ülkelerde devlet başkanı tiyatroya veya sinemaya geldiğinde, gösteri veya film öncesi marş çalınır. Birçok ülkenin okullarında her gün ders başlamadan önce öğrenciler devlet marşını söyler. Bazı ülkelerde devlet televizyon ve radyo kanalları, sabah yayına başlamadan önce ve akşam yayın bitiminden sonra marş çalar.

Çoğu ülkede devlet bayrağı marş eşliğinde göndere çekilir. Bazı ülkelerde şehit düşen asker ve polisler, marş eşliğinde defnedilir. Her ülkede marş çalındığında insanlar ayağa kalkar ve marşa hep birlikte katılım sağlar.

Görüldüğü gibi, devlet marşı tüm dünyada bağımsızlığın, egemenliğin, mücadelenin, şerefli tarihin, milli değerlerin ve vatana-devlete olan sevginin simgesi olarak, bayrak ve devlet arması ile birlikte saygıyla karşılanır. Her millet, bayrağı ve marşıyla gurur duyar. Bahsedilen örneklerden de görüldüğü üzere, bazı ülkeler orta çağdan kalma marşlarına dahi hâlen büyük bir saygı göstermektedir. Yazan kişi belli olmasa bile, marşlar, halk ve millet için kahramanlık ve birlik simgesi olarak yüzyıllarca korunur ve yaşatılır.

“Azerbaycan Marşı”nın 70 Yıl Sonra Vatanına Dönüşü

Üzeyir Hacıbeyli’nin Azerbaycan Marşı eseri 1980’li yıllarda vatanına nasıl geri döndü? Bunun gerçekleşmesinde kimlerin katkısı oldu? Bu kutsal eseri halkımıza yeniden kazandıranlar kimlerdi? Yahut marşımıza karşı çıkanlar kimlerdi ve neden marşımıza direniş gösteriyorlardı? Marşımıza dair ortaya çıkan keskin tartışmaların sebebi neydi? Azerbaycan Marşı, 27 Mayıs 1992’de Milli Meclis’te gündem olmasına ve devlet marşı olarak onaylanmasına kadar hangi süreçlerden geçti? Marşa dair yapılan birçok tartışmanın tanığı ve gelişen olayların bir parçası sıfatıyla; tüm bu sorulara ilk defa cevap verme ve bildiklerimi, gördüklerimi yazma kararı aldım. Aradan yaklaşık 40 yıl geçmesine rağmen tüm olaylar hafızama derin bir şekilde kazınmış vaziyette. Bu yaşananları, gördüklerimi ve bildiklerimi sistemli bir şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Üzeyir Bey’in iki bilinmeyen marşı hakkında ilk bilgiyi Azerbaycan televizyonunda, Dalğa programında duydum. Dalğa programı çok popüler ve sevilen bir yayındı. Her bölümünü heyecanla beklerdik. Programı rahmetli Osman Mirzayev ve İlgar Elfioğlu sırayla sunuyordu.

1988 yılının Mart-Nisan aylarında Dalğa programının bir bölümünde Osman Mirzayev’in konukları edebiyat bilimci Rafiq Zeka Xendan ve ünlü besteci Cahangir Cahangirov’du. Rafiq Zeka, Türkiye’den yeni dönmüştü ve görevi sırasında Türkiye’de ilginç bir kitap bulduğunu belirtmişti. Bu kitapta Üzeyir Bey’in iki marşı yayımlanmıştı. O zamana kadar bu eserler hakkında hiçbir bilgi yoktu. Büyük bestekârımız Cahangir Cahangirov bu marşları piyanoda çaldı ve büyük bir sevinç ve heyecanla bu eserler hakkında konuştular.

Cahangir Cahangirov bu eserleri marş olarak sundu. Ertesi gün müzik çevrelerinde herkes Üzeyir Bey’in yeni bulunan eserlerinden söz ediyor ve konu hakkında tartışıyordu. Böylece ilk kez Milli Marş ve Azerbaycan Marşı hakkında Dalğa programında bilgi verilmiş oldu.

17 Kasım 1988’de Azerbaycan Halk Hareketi başlamıştı, ki bugün halen ülkemizde“Diriliş Günü” olarak anılır. Yaklaşık bir ay boyunca yüz binlerce vatandaşımız, halkımızın haklı sesini dünyaya duyurmak için Azadlık Meydanı’nda kesintisiz mitingler düzenlemişti. Bu mitingler sırasında Amerikan Özgürlük Radyosu’nun Azerbaycan dilindeki programı hoparlörlerle meydanda yayımlanıyordu. Radyonun sunucusu, o dönemde herkesin sevdiği bir isim olan Mirze Hazardı ve o, birkaç kez Azerbaycan Marşı’nı yayında çaldı. Mirze Hazar, Üzeyir Bey’in eserini ilan etmiyordu; Azerbaycan Marşı yalnızca enstrümantal olarak, elektro piyano tarzında (o zaman buna ionika deniyordu) çalınıyordu. Müzik fonda çalınıyordu; yani müzik arka planda çalarken sunucu farklı konular hakkında konuşuyordu. Bu nedenle eserin ihtişamını hissetmek zordu. Bu, Azerbaycan Marşı ile ikinci tanışmamız oldu.

Miting günlerinde yetenekli bestekâr, Üzeyir Hacıbeyli Ev Müzesi’nin çalışanı ve dostumuz Serdar Ferecov, Üzeyir Bey’in Azerbaycan Halk Cumhuriyeti döneminde yazdığı iki marşı bulduklarını bildirdi: Milli Marş ve Azerbaycan Marşı. Üzeyir Hacıbeyli mirasının yılmaz araştırmacılarından olan Serdar Ferecov, bu marşları basında yayımlamayı planlıyordu. Ne yazık ki, o dönemde hiçbir basın kuruluşu buna destek vermek istemiyordu. Biz bu haber karşısında çok üzülmüştük. Anlayamıyorduk, Üzeyir Bey’in bilinmeyen eserleri bulunmuşken, basın neden bu duruma bu denli kadar kayıtsız kalıyordu? Aslında burada olağanüstü bir durum yoktu; çünkü o dönemde tüm basın yayın organları sıkı bir sansürden geçiyordu.

Gazete ve dergilerde yayımlanacak yazıların son hâli, “Kommunist” Neşriyatında Glavlit bölümüne götürülüyordu. Glavlitte tüm materyaller mikroskopla inceleniyor, her sayfaya imza atılıyor ve mühür basılıyordu. Bu mühür olmadan yayınevinin baskı atölyesi hiçbir şeyi basamazdı.

Sonunda, zorluklara rağmen Serdar Ferecov Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesinden onayı aldı ve 1988 yılının Aralık ayında marşları redaksiyona sundu. Hepimiz, Üzeyir Bey’in bilinmeyen eserlerinin yayımlanacağı günü sabırsızlıkla bekliyorduk. Her hafta Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesini (gazete haftada bir kez, Cuma günleri çıkıyordu) alıp kontrol ediyorduk. Yazının yayımlanmadığını görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorduk.

Serdar Ferecov, ertesi gün redaksiyona gidip yazının ne zaman çıkacağını sorduğunda, ona “Malzememiz çoktu, basamadık, muhtemelen bir sonraki sayıda çıkar” deniyordu. Böylece tam yedi ay boyunca bu yazı Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesinde basılmayı bekledi. 14 Temmuz 1989’da yazının gazetede yayımlanması hepimiz için tarihi bir olay oldu.

Üzeyir Bey’in Cumhuriyet döneminde yazdığı, 70 yıl boyunca halktan gizlenen Milli Marş ve Azerbaycan Marşı ilk kez kendi vatanında ışık yüzü gördü ve gazetede yayımlandı. Bu, marşların yurt dışından vatana dönüşüydü. Millet için, halk için yazılan eserler artık millete ve halka geri verilmişti. Bu, çok büyük bir tarihi olaydı. İşte her şey bundan sonra başladı.

Serdar Ferecov’un Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesindeki makalesinden (marşları bastırması) Azerbaycan Marşının Milli Meclis’te tartışılmasına kadar ilginç ve zorlu bir süreç başladı. Sonuçta ise tarihi adalet yerini buldu. 1920’de Bolşevik işgali nedeniyle onaylanamayan Azerbaycan Marşı, 72 yıl sonra Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Marşı statüsünü kazandı.

Büyük bestekâr Aydın K. Azim, 14 Temmuz 1989 tarihli Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesinde yayımlanan marşları analiz ederek üzerinde çalışmaya başladı. O dönemde Aydın Bey ile sık sık görüşüyorduk. Bir gün Aydın Bey, gazetede yayımlanan marşları derinlemesine incelediğini belirtti ve kesin bir şekilde şunu söyledi: Üzeyir Bey, Azerbaycan Marşını devlet marşı olarak yazmıştı. O zamana kadar bu eserler sadece Üzeyir Bey’in bilinmeyen marşları olarak sunuluyordu. Böylelikle  Azerbaycan Marşının devlet marşı olduğu fikrini ilk kez Aydın K. Azim ortaya koymuş oldu. Usta sanatçı bu görüşünde çok kararlıydı. Yorulmadan bunu herkese açıklıyor ve iddiasını büyük bir profesyonellikle kanıtlıyordu.

O, “Azerbaycan Marşı, biçim, yapı, fikir ve içerik açısından bildiğimiz marş türüne ait değil. Bu, tam anlamıyla başka bir janrdır. Kökeni çok derinlere uzanıyor. Üzeyir Bey bunu devlet marşı olarak yazmıştır” diyordu. Bu görüşünü kararlılıkla herkese kanıtlamaya çalıştı. Çoğu kişi onunla hemfikir değildi, onunla tartışıyordu ve eserin sadece bir marş olduğunu söylüyordu.

Artık tartışmalar başlamıştı. Bu tartışmalar hakkında daha sonra detaylı bilgi vereceğim. Şimdi ise Aydın K. Azim’in başından itibaren Azerbaycan Marşını yalnız bir marş değil, bir devlet marşı olarak kabul etmesi ve bu eser üzerinde ciddi şekilde çalışmaya başlaması sürecine odaklanalım.

Aydın K. Azim’in anılarından:
“Üzeyir Bey’in Azerbaycan Marşını ilk kez 1970’te Azadlık radyosunda Mirze Hazar’ın programında duydum. Tek bir enstrümanla çalınıyordu. Çok ilgimi çekti. Radyo yayını sonrası evde piyanoda bu marşın melodisini çalıp farklı armonik akorlarla deniyordum. Merhum babam melodiyi duyduğunda garip duygular yaşadı. Bana bu eserin ne olduğunu sordu. Ben de ‘Azadlık radyosunda Mirze Hazar’ın programında duydum’ diye yanıt verdim. Babam o zaman bana şöyle dedi: Biz okuldayken, her gün dersten önce bu havayı çalardık. Babam 1904 doğumlu idi.

1918-1920 yıllarında babam 14-16 yaşındaydı ve okul zamanlarıydı. Ben o zaman henüz bu eserle tanışmamıştım. Üzeyir Bey’e ait olabileceğini düşündüm; çünkü müzik dili ona çok yakındı. Bunun marş mı başka bir tür mü olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Babamın söyledikleri ise hafızama kazınmıştı.

Daha sonra, 1989 yazında Ədəbiyyat və İncəsənət gazetesinde meslektaşım Serdar Ferecov’un Milli Marş ve Azerbaycan Marşı makalesi karşıma çıktı. Makale dikkatimi çekti ve Üzeyir Bey’in bilinmeyen eserleriyle yakından tanışırken, babamın yaklaşık 15-16 yıl önce bana söylediklerini hatırladım. Bu eserler üzerinde ciddi şekilde çalışmaya karar verdim. Artık tamamen emindim. Yapısı, yazım tarzı, duygusallığı, havası ve tüm parametreleri açısından Üzeyir Bey Azerbaycan Marşını bir devlet marşı olarak yazmıştı. Ve ben de bu eser üzerinde çalışmaya başladım.

Azərbaycan Marşını bir devlet marşı olarak yeniden düzenleyip orkestra ve koro için uyarlamak istediğimi, bu işe başladığımı yakın dostum Vaqif Səmədoğluna bildirdim. Vaqif’le uzun uzun bu konuda fikir alışverişinde bulunduk. O bir müzisyen olarak beni iyi anlıyordu. Söylediklerimle hemfikirdi.

Vaqif, Azerbaycan Marşının bir devlet marşı olarak yazıldığına emin olmak istiyordu. Bunu başardım ve onu ikna ettim; Azerbaycan Marşının bir devlet marşı olduğundan hiçbir şüphem yoktu ve bunu bir bestekâr sıfatıyla kesin olarak biliyordum. Vaqif’le sık sık görüşüyorduk. Her görüşmemizde marş üzerindeki çalışmalarımı merak ediyordu. Bu konunun onu derinden düşündürdüğünü hissediyordum.

1989’un sonbahar aylarıydı. Bir gün Yusif Səmədoğlu beni aradı. Hâl hatır sorduktan sonra dedi ki: ‘Aydın, Vaqif bana senin Üzeyir Bey’in eseri üzerinde çalıştığını söyledi. İşler nasıl gidiyor?’ Ona detaylı bilgi verdim. O da tıpkı kardeşi Vaqif gibi, bu marşların nasıl bir tür olarak tasarlandığını sordu. Net bir şekilde anlattım ve Üzeyir Bey’in Azerbaycan Marşını bir devlet marşı olarak kaleme aldığını belirttim. Yusif açıklamamdan tatmin oldu, başarılar diledi ve vedalaştık.

Birkaç gün sonra tekrar görüştük. Vaqif’in evindeydim. Telefon çaldı, Vaqif telefonu aldı ve beni çağırarak Yusif’in benimle konuşmak istediğini söyledi. Belirlenen saatte görüşme yerine gittim. Yusif Səmədoğlu beni arabaya davet etti. Arabaya bindim, sohbet ettik ve Yusif cebinden bir zarf çıkarıp bana uzatarak şöyle söyledi:‘Aydın, bu Üzeyir Bey ve Ahmed Cevad’ın marş için yazdığı müzik ve metin. İşleri ne zaman tamamlayabilirsin?’

Birkaç ay süre istedim. Yusif Səmədoğlu ise 2 hafta, yani 15 Kasım’a kadar tüm işleri bitirmem gerektiğini söyledi ve eserlerin bant kaydını ona sunmamı rica etti. Ayrıca bu konuda kimseye bir şey söylemememi istedi.

Belirlenen süre çok kısaydı. Eserin redaksiyon ve restorasyonunu tamamlamıştım. Ama iş burada bitmiyordu. Orkestrasyon, koro için uyarlama, orkestrayla ve koro ile prova, ardından kayıt yapmak gibi işleri kısa sürede başarmak çok zordu. Söz verdiğim için gece gündüz çalışmak zorunda kaldım.

Kısa süre sonra eserin çalışmasını tamamladım. O dönemde ben, Azerbaycan Televizyon ve Radyo Yayınları Komitesi’nin sanat bölümü yönetmeni ve Ses Yazmaları Evi’nin müdürüydüm. Komitede Niyazi adına senfonik orkestra, halk çalgıları orkestrası, estrad senfonik orkestrası, koro kolektifi, Ə. Bakıxanov adına halk çalgıları ansamblı, Xatirə ansamblı, Bənövşə çocuk korosu ve diğer topluluklar faaliyet gösteriyordu. Tüm bu toplulukların yöneticisi olduğum için böyle bir işi kısa sürede başarabileceğime emindim.

Eserin partisyonlarını ve enstrüman notlarını senfonik orkestranın şefi Əli Cavanşir’e verdim ve eseri orkestrayla çalışmaya başlamasını istedim. Aynı zamanda Teleradyo Komitesi’nin koro şefi, bestekâr Ramiz Mustafayev ile görüşerek ona koro notlarını verdim ve hazırlanmalarını rica ettim. Herkes büyük bir hevesle çalışmalara başladı.

Birkaç gün içinde hem orkestrayı hem de koroyu eseri icra edebilecek ve kaydedebilecek duruma getirdik. İlk kez Şehriyar Kültür Evi’nde (o zamanlar Dzerjinski adına kulüp) marşı seslendirdik ve kayda aldık. Burası Kafkasya’da ses ve müzik kaydetmek için en iyi mekan olarak kabul ediliyordu. Yakın dostum ve unutulmaz bestekâr Adil Bəbirov’u ses yönetmeni olarak davet ettim. Sevgili besteci Adil Bəbirov bu işin en büyük ustasıydı. Ben de uzun yıllar üst düzey ses yönetmeni olarak çalışmıştım. Ama kendi eserim olduğundan, esere tarafsız yaklaşmak maksadıyla Adil Bəbirov’u davet ettim. Adil, büyük bir bestekârdı ve işinin ehliydi.

Vaqif Səmədoğlu da bu süreçte bizimle birlikteydi.
Eseri seslendirip kaydettik. Herkes büyük bir hevesle çalışıyordu. Bu işte yer alan herkesin ne kadar gurur duyduğunu asla unutmayacağım. Müzisyenlerin ve koro üyelerinin gözlerinde tuhaf bir parıltı, bir ışık vardı.
Marşın sözlerinde şöyle bir dize vardı:
“Senə hər dəm can qurban”
Ben “dəm” kelimesini “an” ile değiştirdim, çünkü koro söylerken “hər dəm” ifadesi “herden” gibi anlaşılabilirdi. Bu yüzden bu değişikliği yaptım. Nihayet tüm işleri tamamladık.
Kayıtları Yusif Səmədoğlu’na sunduğumuzda birkaç kez birlikte dinledik. Vaqif Səmədoğlu da bizimle birlikteydi. Hepimizin gözleri dolmuştu. Sevinçten ruhumuz adeta göklere uçuyordu. Yusif de, Vaqif de beni kucaklayıp teşekkür ettiler.

17 Kasım 1989’da Diriliş Günü’nün yıldönümü nedeniyle Azadlık Meydanı’nda bir miting düzenleniyordu. Vaqif Səmədoğlu orada Marşı ilan etti ve ilk kez seslendirdi. On binlerce insan Üzeyir Bey’in bu eserini büyük bir coşkuyla dinledi.

Esir düşmüş “Azerbaycan Marşı” özgürlüğüne kavuşmuştu.

“Azərbaycan Marşı” Azadlık Meydanı’nda ilk kez çalındıktan sonra hızla tüm ülkeye yayıldı. Dünyanın birçok radyosu “Azərbaycan Marşı”nı defalarca çaldı. Ülkede öyle bir etkinlik, toplantı veya toplanma yoktu ki, orada “Azərbaycan Marşı” çalınmasın. Herkes eseri birbirinden alıp kasetlere kaydediyordu. Halk adeta 70 yıldır bu günü bekliyordu. “Azərbaycan Marşı” her vatandaşın ruhuna, kalbine sığınmıştı. Esir düşmüş “Azerbaycan Marşı” özgürlüğüne kavuşmuştu. Marşın göçmen hayatına son verilmişti. Halkımız gurur, sevinç ve heyecanla kendileri için en candan ve kandan olan eseri dinlemeye adeta doymuyordu.

“Azərbaycan Marşı” her Azerbaycanlı için bir anne ninnisi gibi değerli ve tanıdık bir eserdi. Kısa sürede eser milletin hafızasına kalıcı olarak kazındı. Onu ezberlemeyen birini bulmak neredeyse imkânsızdı. Öyle ki, ülke nüfusunun büyük çoğunluğu Üzeyir Bey’in “Azərbaycan Marşı”nı marş olarak kabul ediyordu.

Henüz resmi bir statü kazanmadan önce bile eser her yerde coşkuyla seslendiriliyordu. Tüm bunlara rağmen bazıları Üzeyir Bey’in marş olarak “Azərbaycan Marşı”nı değil, “Milli Marş”ı kaleme aldığını iddia ediyordu. Bir kısmı ise bu marşların hiçbirinin marş olamayacağını savunuyordu. Onlara göre, marş olarak tamamen başka bir eser yazılmıştı. Bu iddialar toplumda geniş tartışmalara yol açıyordu. Artık bu konu basına da taşınıyordu.

“Ədəbiyyat və İncəsənət” gazetesinin 20 Nisan 1990 tarihli sayısında, M. Ə. Rəsulzadə’nin “Büyük besteci Hacıbəyli Üzeyir” başlıklı makalesi yayımlandı. Makaleye önsöz yazan Möhsün Əliyev, marşlar hakkında şunları belirtiyordu: “Azərbaycan Milli Marşı”nın sözleri Əhməd Cavad’a, “Azərbaycan Marşı”nın sözleri ise Cəmo Cəbrayılbəyli’ye aittir. Bu marşların yanı sıra Üzeyir Bey, ADR’in Devlet Marşı’nı da bestelemişti; sözleri ise Əlabbas Müznib’e aitti. Möhsün Əliyev bu görüşünü başka gazetelerde de yayımladı.

Ancak sözleri Əlabbas Müznib’e ait eser onay görmedi. İki marşın yanı sıra Üzeyir Bey’in ayrıca bir marş yazıp yazmadığı bir süre tartışılsa da kısa zamanda bu tartışmadan vazgeçildi. Artık tartışmalar “Milli Marş” ve “Azərbaycan Marşı” etrafında dönüyordu.

Möhsün Əliyev, fedakâr bir tarihçiydi. Sovyet döneminde ADR dönemini araştıran nadir kişilerden biriydi. Ancak ADR Marşı hakkında bilgiyi nereden aldığı bilinmiyordu. Sovyetler döneminde ADR’e ait tüm belgeler kapalı arşivlerde korunuyordu ve bu belgelere ulaşmak mümkün değildi. Bugün artık kesin olarak bilinmektedir ki, Üzeyir Bey “Milli Marş” ve “Azərbaycan Marşı” dışında ADR Marşı olarak başka bir eser yazmamıştır. Möhsün Əliyev’in bu konudaki yazıları tartışma yaratsa da, konuya dair hiçbir kanıt bulunamadı.

Tartışmalar, her iki marşın sözlerinin kime ait olduğu etrafında devam ediyordu.

“Kommunist” gazetesinin 20 Ocak 1991 tarihli sayısında, bestekâr Aydın K. Azim’in (o dönemde Aydın Əzimov olarak geçiyordu) marş hakkındaki geniş röportajı yayımlandı. Marşın sözlerinin kime ait olduğu sorulduğunda Aydın K. Azim, “Her iki marşın sözlerinin muhtemelen Əhməd Cavad’a ait olduğunu tahmin edebiliriz” yanıtını vermişti. Aslında Aydın Bey işini büyük bir ustalık ve profesyonellikle yapmıştı.

“Azərbaycan Marşı”nı halkımıza geri kazandırarak tarihi bir olaya imza atmıştı. Söz yazarı kimdir, bunu araştırmak edebiyatçılara düşüyordu.

Üzeyir Hacıbəyli ev müzesinin müdürü Ramazan Xəlilov, her iki marşın sözlerinin Üzeyir Bey’e ait olduğunu söylüyordu. Üstelik bunu defalarca tekrarlıyordu: Üzeyir Bey Cumhuriyet Marşı olarak “Milli Marş”ı yazmıştır. Ben o dönemde bunu Ramazan Xəlilov’dan birkaç kez şahsen duymuştum. Hatta, bu marşların el yazmalarının onda olduğunu ve kısa süre içinde basacağını da söylüyordu.

“Mədəniyyət” gazetesinin 7 Mart 1991 tarihli sayısında, Üzeyir Hacıbəyli Ev Müzesi’nin görevlisi ve bestekâr Sərdar Fərəcov, “Milli Marş”ın el yazmasını yayımladı. Üzeyir Bey’in el yazması gün yüzüne çıktı. Böylelikle “Milli Marş”ın hem müziği hem de sözlerinin Üzeyir Bey’e ait olduğu kanıtlandı. O dönemde ben de “Mədəniyyət” gazetesinde çalışıyordum. O günleri çok iyi hatırlıyorum. Sərdar Fərəcov, söz konusu makaleyi yayımlamak için bana sunmuştu. Ramazan Xəlilov’un karakterini bildiğimizden, “Azərbaycan Marşı”nın el yazmasının da kısa süre içinde ortaya çıkacağını düşünüyorduk; zira Ramazan Xəlilov bu tür bilgileri adım adım açıklardı.

Ne yazık ki bu gerçekleşmedi ve “Azərbaycan Marşı”nın el yazması bulunamadı.

“Azerbaycan Marşı” ile Bağımsızlığa Doğru!

Azerbaycan adım adım bağımsızlığa ilerliyordu. 1990 yılının kanlı 20 Ocak olaylarından sonra halkımız, Sovyet İmparatorluğu’ndan koparak bağımsızlığını ilan edeceğine kesin olarak inanmıştı. Artık hiç kimsenin buna dair bir şüphesi yoktu. Henüz bağımsızlık ilan edilmeden önce, 5 Şubat 1991’de üç renkli bayrağımız Devlet Bayrağı statüsünü aldı. Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti bu konuda karar kabul etti.

Devlet Marşı ve Devlet Arması üzerine de tartışmalar yürütülüyordu. Resmî kurumlar, Azerbaycan Sovyet Marşı’nın müziğinin korunması, sadece sözlerinin değiştirilmesi yönünde çalışmalar yapıyorlardı. Bu eserin bestecisinin de Üzeyir Bey olması, onların tekliflerini geçirebilecekleri yönünde kendilerine güven veriyordu. Oysa toplumda asıl tercih “Azerbaycan Marşı”ndan yanaydı. Bu eser, fiilen gayriresmî bir milli marş işlevi görüyordu. “Azerbaycan Marşı” halkımızın ruhuna öylesine işlemişti ki, başka bir eserin milli marş olarak kabul edilmesi hayal bile edilemezdi.

Bazıları ise Üzeyir Bey’in “Millî Marş”ı özel olarak milli marş olması için yazdığını öne sürüyor ve bunu kanıtlamaya çalışıyordu. Tarihçi Möhsün Aliyev ise çeşitli basın organlarında, “Azerbaycan Millî Marşı” ve “Azerbaycan Marşı” dışında, Üzeyir Bey’in, Elabbas Müznib’in sözlerine Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti için ayrıca bir marş bestelediğini iddia ediyordu. Ancak bu bilginin kaynağını göstermediği için söyledikleri ciddiye alınmıyordu. Aliyev’e göre, “Azerbaycan Millî Marşı”nın sözleri Ahmed Cavad’a, “Azerbaycan Marşı”nın sözleri ise Cemo Cebrayılbeyli’ye aitti ve bunlar aslında askerî marşlardı.

Üzeyir Hacıbeyli Ev Müzesi’nin bilimsel çalışanı, besteci Serdar Ferecov, 7 Mart 1991 tarihli Medeniyet gazetesinde Üzeyir Bey’e ait “Millî Marş”ın el yazmasını yayımladı. Üzeyir Bey, kendi el yazısıyla Rusça “сл. и муз. У. б. Гаджибекова” (söz ve müzik Ü. b. Hacıbeyovundur) notunu düşmüştü. Bu inkâr edilemez gerçek ortaya çıktıktan sonra tartışmalar kısmen dursa da, asıl mücadele henüz önlerindeydi.

Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Başkanlık Divanı, 28 Mart 1991 tarihinde Devlet Marşı ve Devlet Arması hakkında karar kabul etti. Yüksek Sovyet Başkanı Elmira Qafarova’nın imzaladığı bu kararla, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Marşı için en iyi metin ve Devlet Arması için en iyi tasarım yarışmasının ilan edilmesi hakkında” şu üyelerden oluşan bir komisyon kuruldu:

• Fazıl Gulamoğlu Muradaliyev – Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Kültür ve Dini İnançlar Daimî Komisyonu Başkanı (Başkan)

• Ziya Musaoğlu Bünyadov – Azerbaycan Bilimler Akademisi Başkan Yardımcısı, Azerbaycan’ın Emektar Bilim İnsanı

• Bahtiyar Mahmudoğlu Vahabzade – Azerbaycan Halk Şairi

• Fuad Feyzullaoğlu Kasımzade – M. Resulzade adına Bakü Devlet Üniversitesi Bölüm Başkanı, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Danışmanı, Azerbaycan’ın Emektar Bilim İnsanı, Azerbaycan Bilimler Akademisi Muhabir Üyesi

• Tofiq Elekberoğlu Guliyev – Azerbaycan Besteciler Birliği Yönetim Kurulu Birinci Sekreteri, Azerbaycan Halk Sanatçısı

• Nadir Gemberoğlu Abdurrahmanov – Azerbaycan Ressamlar Birliği Başkanlık Divanı Üyesi, Azerbaycan Halk Ressamı

• Arif Möhubeli oğlu Azizov – Ressam, Azerbaycan Komsomol Ödülü sahibi

• Kazım Memmedeli oğlu Kazımzade – R. Mustafayev adına Azerbaycan Devlet Güzel Sanatlar Müzesi Direktörü, Azerbaycan Halk Ressamı

* Məmmədov Aydın Mirsalehoğlu: Azerbaycan Yazarlar Birliği ve Cumhuriyet Sanat ve Edebiyat İlişkileri Merkezi Başkanı, Karabağ’a Halk Yardımı Komitesi Başkan Yardımcısı

* Məmmədova Fəridə Cəfərqızı: Azerbaycan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü Kıdemli Araştırmacısı, Azerbaycan’ın Emektar Bilim İnsanı

* Nəbiyev Bəkir Əhmədoğlu: Edebiyatçı, Azerbaycan Bilimler Akademisi Edebiyat, Dil ve Sanat Bölümü Akademik Sekreteri

* Polad Bülbüloğlu: Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür Bakanı

* Rzayev Anar Rəsuloğlu: Azerbaycan Yazarlar Birliği Birinci Sekreteri

* Rüstəmxanlı Sabir Xuduoğlu: “Azərbaycan” gazetesinin baş editörü

* Talıbzadə Kamal Abdulla Şaiq oğlu: Edebiyatçı, Azerbaycan Bilimler Akademisi Akademi Üyesi

* Xəlilov Fərhad Qurban oğlu: Azerbaycan Ressamlar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı, Azerbaycan’ın Onurlu Sanat İnsanı

* Cabir Novruz: Şair, “Ədəbiyyat” gazetesinin baş editörü

Dönemin planına göre, Devlet Marşı’nın en iyi metni ve Devlet Arması’nın en iyi taslağı için yarışmaya sunulacak eserlerin komisyona 25 Mayıs 1991 tarihine kadar teslim edilmesi öngörülmüştü.

Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin Devlet Marşı için açtığı yarışma toplumda tam bir uzlaşı ile karşılanmadı. Yüksek Sovyet, 1945’te kabul edilen marşın müziğini koruyup, sözlerini değiştirme kararı almıştı. Birçok şair heyecanla marş için yazdıkları metinleri komisyonda sunuyordu; söz konusu metinlerin sayısının onlarca olduğu söyleniyordu. Ancak Yüksek Sovyet’in oluşturduğu komisyon, bu metinlerin hiçbirini tatmin edici bulmuyordu. Her toplantı ciddi tartışmalara yol açıyor ve uzun tartışmalar sonuç vermiyordu.

Aslında Yüksek Sovyet’in ve yönetimin yaklaşımı belliydi: Azerbaycan Sovyet marşının müziği korunacak, söz olarak ise Səməd Vurğunun “Azərbaycan” şiiri kullanılacaktı. Daha doğrusu, “Azərbaycan” şiiri müziğe uyarlanacaktı. Komisyon bu öneriyi Yüksek Sovyet’in onayına sunacak, Yüksek Sovyet de Üzeyir Hacıbəyli’nin 1945’te yazdığı Azerbaycan Sovyet marşının müziğini ve Səməd Vurğunun “Azərbaycan” şiirinden bazı bölümleri Devlet Marşı olarak onaylayacaktı. Böylece marş meselesi çözülmüş olacaktı. Komisyon, formalite olarak şairlerden yeni metin topluyordu. Çoğu bunu komisyondaki tartışmalardan kaynaklandığını düşünüyordu; oysa durum farklıydı. Komisyon kurulmadan önce bu konu Yüksek Sovyet’te tartışılmıştı. Marş meselesinin 28 Mayıs 1991’e kadar çözülmesi planlanmıştı. Karar çoktan alınmış, geriye sadece kararı resmileştirmek kalmıştı. Bu nedenle komisyonda yalnız bir bestekâr yer almıştı: Tofiq Quliyev. Aslında Tofiq Quliyev’e, Üzeyir Hacıbəyli’nin 1945’te yazdığı Azerbaycan Sovyet marşını yeniden düzenleme görevi verilmişti.

Komisyon tartışmalara başladığında durum değişti. Bazı şairler, Yüksek Sovyet’in açtığı “Devlet Marşı’nın en iyi metni” yarışmasında ciddi şekilde yer almak istiyordu; bu nedenle komisyonda birçok marş metni sunulmuştu. Toplumda ciddi bir hoşnutsuzluk vardı. Halk, “Azərbaycan Marşı”nın marş olarak kabul edilmesini istiyordu. Üç renkli bayrağımız devlet bayrağı statüsü kazandıktan sonra, “Azərbaycan Marşı”nın da devlet marşı olarak kabul edilmesi çağrıları her gün daha yüksek sesle dile getiriliyordu. Komisyon üyeleri ise ADR döneminde “Azərbaycan Marşı”nın marş olarak onaylandığına dair hiçbir belge olmadığını, bu nedenle eserin tartışmaya açılmasına gerek olmadığını savunuyordu. 7 Kasım 1919’da bayrağın resmi olarak kabul edilmesi tarihi belgelerle kanıtlanmıştı; marş meselesinde ise durum farklıydı. Üstelik basında marşla ilgili çelişkili bilgiler yayınlanıyordu. Marş karşıtlarının öne sürdüğü ana argümanlardan biri de, Üzeyir Bey’in eseri aslında bir askeri marş olarak yazdığı yönündeydi.

Yoğun tartışmalar ve toplum baskısı sonucunda komisyon, iki seçenek üzerinde genel bir uzlaşı sağladı: birinci seçenek, Azerbaycan Sovyet marşının müziğini koruyup yeni bir metin yazılması; ikinci seçenek ise “Azərbaycan Marşı”nın tartışmaya açılmasıydı.

Tanınmış şair Vaqif Bayatlı, Səməd Vurğunun “Azərbaycan” şiirinin marş metni olarak kabul edilmesine medyada şiddetle itiraz etti. Vaqif Bayatlı’nın görüşünü destekleyenlerin sayısı oldukça fazlaydı. Böyle bir durumda bazı bestekârlar da yarışmaya katılmak istediklerini komisyonda belirtiyordu. Oysa komisyon, marşın müziğini değil, yalnızca metni seçmek için kurulmuştu.

Bu ortamda Vaqif ve Yusif Səmədoğlu, babalarının Azerbaycan şiirinin marş metni olarak tartışılmasına karşı çıktılar. Komisyon, şairlerden metin toplamaya yeniden devam etti.

Komisyon başkanı Fazil Muradəliyev, çeşitli aydınlarla görüşmeler yaparken, Yüksek Sovyet’in marşın yeni metni hakkında aldığı kararın toplum ve aydınlar tarafından tam olarak kabul görmediğini fark etti. Halk ise başından itibaren “Azərbaycan Marşı”nı gayriresmi marş olarak benimsemişti ve hu eser her yerde çalınıyordu. Bunu göz ardı etmek mümkün değildi.

Fazil Muradəliyev, bestecilerle bir kez daha görüşme kararı aldı. Komisyonun birkaç üyesinin de katıldığı bu görüş, “Azərbaycan Marşı”nın marş olarak kabul edilmesine ciddi bir zemin hazırladı. O dönemde neredeyse tüm bestekârların katıldığı tartışma, Azerbaycan Televizyon-Radyo Komitesi’nin kayıt evinde gerçekleştiriliyordu. Görüşme sırasında Bestekârlar Birliği’nin birinci sekreteri Tofiq Quliyev, Üzeyir Hacıbəyli’nin 1945’te bestelediği Azerbaycan Sovyet marşını gündeme getirdi ve ardından Üzeyir Bey’in “Azərbaycan Marşı”nın marş için uygun olmadığını kanıtlamaya çalıştı; temel argümanı eserin bir marş olmasıydı.

Aslında Üzeyir Bey’in yazdığı Azerbaycan Sovyet marşı gerçekten çok güzel ve görkemli bir eserdi. Kuplet-nekâret biçiminde yazılmış törenî bir şarkıydı. Ama marş değildi. 1943’te SSCB marşı kabul edildikten sonra, ittifak cumhuriyetlerinde de benzer marşlar yazıldı. 1943’e kadar SSCB marşı “uluslararası” sayılıyordu; 1871’de Paris Komünü onuruna Fransa’da yazılmıştı. Sözleri Ejen Potyé’ye, müziği Pyer Degeyter’e aitti. 1943’te SSCB marşı için yarışma açıldı; sözleri Sergey Mixalkov ve Reqistan’a, müziği A. Aleksandrov’a ait eser marş olarak kabul edildi. Bu kuplet-nekâret biçiminde yazılmış törenî bir şarkıydı. Daha sonra ittifak cumhuriyetlerinde buna benzer törenî marşlar yazıldı.

Görüşmelerde daha sonra Vasif Adıgözəlov konuştu. Konuşmasına, “Azərbaycan Marşı”nı Üzeyir Bey’in marş olarak yazmadığını fakat eserin bir marş olduğunu belirterek başladı. Vasif Adıgözəlov, devlet marşı olarak Üzeyir Hacıbəyli’nin “Koroğlu” operasındaki And korosunun daha uygun olacağını önerdi. Üzerinde çalıştığını da bildirdi.

Ardından tanınmış besteci Musa Mirzəyev söz aldı. Önceki konuşmacılar gibi o da “Azərbaycan Marşı”nın marş için uygun olmadığını savundu; temel argümanı eserin bir marş olmamasıydı. Musa Mirzəyev, Üzeyir Bey’in “Ey Vətən” korosunun marş olarak tartışılmasını önerdi.

Son olarak tanınmış bestekâr Aydın K. Azim söz aldı. Aydın Bey, en eski dönemlerden başlayarak marş kavramı hakkında geniş bilgi verdi ve Üzeyir Bey’in “Azərbaycan Marşı”nı marş türünde yazdığını açıkladı. Bu sırada ünlü bestekâr Xəyyam Mirzəzadə ayağa kalkarak yüksek sesle, “Azərbaycan Marşı bir askeri marştır, marş değildir!” dedi. Toplantıya katılanların çoğu Xəyyam Mirzəzadə’yi destekledi. Bunun üzerine Aydın K. Azim, Xəyyam Mirzəzadə’ye dönerek: “O zaman ‘Azərbaycan Marşı’nı çalın, siz de bu müzikle asker adımlarıyla yürüyün ve bize gösterin bunun bir marş olduğunu” dedi. Xəyyam Mirzəzadə Aydın Bey’in sözlerine sinirlenerek ayağa kalktı, kapıya yöneldi ve kapıyı sertçe çarparak tartışmayı terk etti.

Ben ise kayıt evinin baş mühendisi Salavat Axundzadə ile yönetmen odasından, cam bölmeden olayları izliyordum ve aynı zamanda yaşananları kaydediyorduk. Bunu kimse bilmiyordu; bu tarihi anı belgelemek için kaydediyorduk.

Xəyyam Mirzəzadə kapıyı çarpıp gittikten sonra Fazil Muradəliyev, gergin durumu yatıştırmak için tartışmayı başka bir güne ertelemeyi önererek toplantıyı sonlandırdı. Herkes salonu terk etti. Koridorda Fazil Muradəliyev, Aydın K. Azim’in koluna girerek onu kenara çekti ve dedi ki: “Aydın Bey, aylardır marş meselesiyle uğraşıyorum, ama bugün marşın ne olduğunu anladım. Detaylı açıklama ve bilgiler için teşekkür ederim.”

Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Başkanlığı’nın 28 Mart 1991 tarihli kararıyla, “Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Marşı’nın en iyi metni için” açılan yarışmanın 25 Mayıs 1991’de sonuçlandırılması planlanıyordu. Yani Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Marşı’nın müziği korunacak, yarışmaya sunulan en iyi metin seçilecekti. Metin seçildikten sonra komisyon bu konuyu Yüksek Sovyet’in onayına sunmalıydı. 28 Mayıs 1991’de Azerbaycan Sovyet marşının yeni metni kabul edilmeliydi.

Komisyonun yoğun çalışmasına, haftada birkaç kez yapılan toplantılara, tartışmalara ve şairler ile bestekârlarla yapılan görüşmelere rağmen, tek bir karara varmak mümkün olmuyordu. 25 Mayıs 1991’e kadar komisyon işini tamamlayamadı ve tartışmaların sürdürülmesine karar verildi.

O dönemde ülkenin toplumsal ve siyasi durumu son derece hassastı. Komisyon aceleyle karar vermekten kaçınıyordu; en küçük kıvılcım bile büyük ve önlenemez bir yangına dönüşebilirdi. Yönetim ve siyasi aktivistler arasında sert tartışmalar yaşanıyor, ülkenin kaderi belirleniyordu. Azerbaycan, adım adım bağımsızlığına ilerliyordu.

30 Ağustos 1991’de, Yüksek Sovyet’in olağanüstü oturumunda yoğun tartışmaların ardından, “Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Bağımsızlığının Yeniden Kurulması Hakkında” Bildirge kabul edildi. Bildirgede, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 1918-1920 yıllarında var olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin mirasçısı olduğu vurgulandı.